30 Aralık 2009 Çarşamba

Bölüm 35 - Kapanış

Hayır, Antalya ziyaretimde neler olduğunu, sonrasını, O'nunla ilgili yeni gelişmeleri yazmıyorum artık. Artık hiçbirşey yazmıyorum. Hayatımı bölümlere, dönemlere ayırmıyorum artık. Böylesi çok daha iyi oluyor. Blog yazdığım dönemler de geride kaldı hayatımda. O kadar çok şey oldu, olmakta ki, bazen yetişemiyorum. Kalbimin içine düştüğü kuyu, yakında hiç güneş almayacak. Kalbimi kuyudan çıkartmanın bir yolunu arıyorum. Kalbim, aslında içinde bulunduğu durumdan çok memnundu ancak karanlık geçecek günlerin önüne geçmenin tek çaresi de şimdiden önlem almaktı. Gördüğüm ilgi, çok kolay etkilenmemi sağlamıştı. Bu özel hisleri bir daha hissedeceğimi düşünmemiştim ve bugüne kadarki "denemelerimde" neyin eksik olduğunu bulmuştum. Tutku.
Bütün yaşadıklarım bir yana, bu yeni hayatım, beraberinde yeni arkadaşlar, yeni ortamlar, yeni zevkler getirmişti. Elimde bol bol zaman vardı artık. Değişim, gelişim ve iletişime ayırdığım günler, meyvesini vermeye başlamıştı. Somutun yanında soyutlar çoğalmıştı tekrar. Önceden hiç hissetmediğin duyguları, ne yaşamış olursan ol, hissedebileceğini öğrenmenin verdiği yaşama sevinci beni tekrar kendime bağlamıştı.
Gidenlerin veya gelenlerin değil, önemli olanın "sen" olduğu bir dünyada, bunu bir hayat felsefesi olarak belirleyebilme başarısını gösterebilmek, kolay değildi. Her gelen, her giden gibi sana çok şey katıyordu aslında. Amaç neydi? Mutluluk mu? Hadi o zaman mutlu olmaya :)

15 Eylül 2009 Salı

Bölüm 34 - Bunun Adı Ayrılık

Askerlik işlemleri bitmişti, artık haftalardır ertelediğim Antalya gezisine çıkabilirdim. Bu işlerle uğraşmaktan dolayı meşgul olan kafam, boş kaldığı anda tekrar karamsarlığa düşüyordu bazen. Bu süre zarfında O'nun Tarık'la beraber tatile gittiğini öğrendim. Bu durum içime öyle bir oturdu ki, o an nefret ettim O'ndan. 3,5 sene boyunca hep konuşurduk bu konuyu, hep planlar yapardık. Şimdi o planları başkasıyla gerçekleştirmiş olması gerçekten acı vericiydi.
Ama duyduklarım bu kadarla sınırlı değildi. O ve arkadaşları, hep beraber tatile gitmişlerdi. İşte ne olduysa bu tatil sırasında olmuştu. Yaptıkları, henüz yeni olan ilişkisine bile saygı duymadığını gösteriyordu. 3,5 senelik sevgilisini aldatan biri, sadece bikaç aydır tanıdığı sevgilisi neden aldatmasın ki? Sahte bir zemin üzerine kurulu bir ilişki daha su yüzüne çıkmıştı. Ama artık bu durum beni ilgilendirmediğinden, adaletin yerini bulmasını sağlamak bana düşmezdi. Sadece üzülüyordum. Benim tanıdığım O, böyle biri değildi. Neydi bu kadar çaresizce aradığı ki, insanları aldatmak, onlara yalan söylemek zorunda kalıyordu?
Bu olayları öğrendiğim anda, O'nunla konuşmak istedim. Sormak istedim neden böyle davrandığını. Yapamazdım. Bunun ne yeri, ne de zamanıydı. Üstelik bana neydi ki? Yine de dayanamayıp mesaj yazdım. Hatrını sordum. Ancak beklediğim gibi ne cevap geldi ne de başka birşey.
Antalya gezimden birkaç gün önce, Şule'lerin yazlığına gittik. Şule de Antalya'ya gideceğini, istersem beraber gidebileceğimizi söyledi. Tam bu sırada O'na attığım mesajın cevabı geldi. Tam 2 gün sonra. "İyiyim sağol sen nasılsın?" yazmıştı. O'na birşey söylemek istemiyordum artık. Tek isteğim bu yazdıklarımdan haberi olmasıydı. Okur veya okumaz bilmiyorum ama yine de O'na söylemek istedim. Çünkü büyük çoğunluğu O'nunla ilgili olan yazılardı. Aynen bu şekilde yazdım, "Okursan sevinirim." diye de ekledim. O günden bu zamana kadar O'nunla hiç görüşmedik. Ve bu durum da böyle gidecek sanıyorum.
Antalya'ya gideceğimiz gün gelip çatmıştı. Otobüse bindiğimde Şule de oradaydı. Antalya'da beraber birkaç saat geçirecektik. Yolculuğumuz sırasında ben de Antalya'ya indiğim zaman yapacağım görüşmeleri ayarlamaktaydım. Nihayet Antalya'ya indik ve Şule'nin eşyalarını otele bırakıp dışarı çıktık. Mete ve Bertanla buluşacaktık. Daha sonra Şule'nin İngiliz eşi de bize katılacaktı. Şule beni öğrendikten sonra başka bir gay olarak sadece O'nunla tanışmıştı. Bugünkü buluşmanın beni heyecanlandıran tarafı, Şule'nin yakın arkadaşlarımla da tanışacak olmasıydı.
Alışveriş merkezinde Mete ve Bertan bize katıldığında, Şule'yle muhabbetleri sıcak bir şekilde başladı. Daha sonra eşi de bize katıldı ve beraber yemek yedik. Antalya'daki ilk saatlerim çok güzel geçiyordu. Bertan'la beraber bindiğimiz rollercoaster uzun süredir eğlenmeyi nasıl unuttuğumu hatırlattı bana. Beraber birkaç saat geçirdikten sonra vedalaştık ve ben de teyzemin evinin yolunu tuttum.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Bölüm 33 - Ait Olduğu Yerde

O’na mesaj yazıp, eşyalarını göndereceğimi söyledim. Antalya’daki evine yakın kargo şubesine yollayabileceğimi söyledi. Ertesi gün kargoyu yolladıktan sonra bir mesaj daha attım. Takım elbise için teşekkür ettim. “Umarım onu göndermemişsindir, o sana hediyemdi.” dedi. Hediye olduğunu bilmiyordum, bilseydim onu göndermezdim ama geçmişti artık. “Onu sana geri göndereceğim, istersen at ama onu sana hediye etmiştim.” diye cevap verdi. O’nun tüm hediyelerini sakladığımı ve onlara değer verdiğimi söyledim. “Ben de aynı şekilde.” dedi.
“Her ne kadar bazen kötü şeyler de yaşasak, seninle yaşadığımız güzel şeyleri hep hatırlıyorum.” yazdım cevap olarak. “Benim için de güzel anlardı, benim de hep aklımda.” şeklinde cevap vermesi, beni şaşırtsa da hoşuma gitmişti. “Keşke bir şekilde birbirimizin hayatında olabilseydik, bunu çok isterdim.” yazdığımda ise gelen cevap kanımı dondurmaya yetti. Hep söylediğim gibi, beni nasıl yaralayacağını çok iyi biliyordu. “Keşke, ama bu çok zor. Beni çok seven ve her halimle kabul eden bir sevgilim var.” yazmıştı. “Peki, sen onu seviyor musun?” diye sorduğumda gelen cevap “Evet, hem de çok seviyorum.” oldu beklediğim üzere.
Beni yaraladığını biliyordu, çok iyi biliyordu hem de. Cevabının üzerine diyebileceğim başka bir şey olmadığını söyledim ve “Hoşça kal.” yazdım. Bu manzara tanıdık geldi mi? Neredeyse bir sene öncesinde aynı şeyi yaşamıştım. Ancak gerisi aynı değildi. Beni artık istemediği gerçeğini kabullenmeye daha da yaklaşmıştım.
Olanların üzerinden yaklaşık bir buçuk hafta geçtikten sonra bir sabah, kargodan bir telefon aldım. Bana bir paket olduğunu söylüyorlardı. Aklıma ilk gelen, O’nun takımı geri yollamış olmasıydı. Tam bu sırada kapı çaldı ve gelen kargoculardı. Bir de ne göreyim? Gelen paket, benim yolladığımdı. Şubeden kimsenin almadığını, o yüzden geri geldiğini söylediler. Delirmiştim. Hemen O’nu aradım. Açmadı. Nasıl almazdı paketi? Haberi de vardı oysa ki. Birkaç dakika içinde geri aradı. Paketi neden almadığını sordum. Şu anda Eskişehir’de olduğunu söyledi. Bu bir mazeret değildi ki? Ailesinden biri gidip alabilirdi. “Almadılar işte, tekrar yollayabilir misin?” dedi. “Tamam.” dedim. “Ama içinden takım elbiseyi al.” diye cevap verdi.
Bu sefer paketin O’na ulaşacağından emin olmak için, evine yollayacaktım. İlk başka biraz çekindi ama ısrar edince ev adresini verdi en sonunda. “İçinde bir not falan yok değil mi?” diye sordu. “Hayır, not falan yok, hiçbir şey yazmadım.” dedim. Ne yazabilirdim ki? O istemişti böyle olmasını, düzeltecek biri varsa o da kendisiydi. Ancak bu saatten sonra birşeyleri düzeltmek istediğini hiç düşünmüyordum. İçimdeki minicik umut, çoktan yerini hüzüne bırakmıştı bile. Ve o gün paketi tekrar kargoya verdim.
Artık O’nunla işim bitmişti. Eşyalarını göndermiştim ama bendeki anıları ne olacaktı? Evimde bıraktığı halısı, önce kendi için alıp daha sonra bana verdiği veya bana hediye olarak aldığı t-shirtleri, bana bıraktığı iç çamaşırı, sigarasının külüyle üzerinde bir delik açtığı kaprim, birlikte aldığımız ve yıllarca parmağımdan çıkarmadığım ancak şimdilerde bir kutuya hapsedilmiş olan yüzüğüm, bir numara büyük gelen terliklerim, artık giyemediğim pantolonu ve en önemlisi ben. Hiç düşündün mü, sen gidince sevdiğin neden ağlar? Bana karşı hep ilgisiz olsa da, bu az ilgi bile bana yetiyordu. Şimdi ondan bile yoksun bir şekilde, hayatımın en mutlu günlerinde olmam gerekirken, karamsar günlerim aslında çoktan başlamıştı.

Bölüm 32 - Taş Kalp

Kağan’ın gelmesine sadece birkaç gün kalmıştı. Bense yaşadığım şoku atlatmaya çalışıyordum. Bunca zaman boyunca, hatta bu ilişki boyunca, ne kadar aptal olduğumu düşündüm hep. Ancak, olan olmuştu. Şimdi yapmam gereken Kağan’la geçireceğim günlere odaklanmaktı.
Kağan’ı karşılamak için otogara gittiğimde, beklerken hissettiklerim, merak ve biraz da heyecandı. Birkaç haftadır tanışıyor olsak da, ona ısınmıştım. Sohbeti de çok iyiydi. Tek dileğim, yüz yüze görüştüğümüzde bu hislerimin değişmemesiydi. Otobüsten inip, eve geldiğimizde, aynı telefondaki gibi cana yakın birini buldum karşımda. Onu arkadaşlarımla tanıştıracaktım, ayrıca hafta sonu kutlayacağımız iki doğum günü için yapacağım pastalarda bana yardımcı olacaktı. O günlerde okulda bahar şenlikleri vardı. Akşamları beraber dışarı çıktığımızda, Kağan’ı arkadaşlarımla tanıştırmak için de güzel bir fırsatım olmuştu. Arkadaşlarımın onu sevdiğini düşünüyordum. Ayrıca açıldığım arkadaşlarımın düşünceleri benim için gerçekten çok önemliydi.
Doğum günü kutlaması gelip geçti ve Kağan gün boyunca yardımıma koşmuştu. Geride bıraktığımız birkaç günden sonra, onunla bir geleceğimizin olup olamayacağını düşünmeye başlamıştım. Ondan aldığım elektrik, o an ilişkimizi devam ettirebilecek kadar kuvvetli değildi. Ayrıca O’nunla ilgili öğrendiğim gerçekler, bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Hatta Kağan’a karşı tam anlamıyla dürüst olmadığım için kendimi kötü hissetmeye bile başlamıştım. Hislerimi açıkladığımda bu durum ona göre daha fazla devam etmemeliydi. Bu yüzden evine dönmek istediğini söyledi ve apar topar eşyalarını toplayıp gitti. Çok fazla üzülmedim gittiğine. Çünkü ilk başlardaki gibi hissetmiyordum ona karşı. Belki de duygularımdan tam emin olmadan ona yeşil ışık yakmak bir hataydı. Zaten aklımda O varken, Kağan’la bir ilişki düşünmek çok saçma geliyordu. Gerçi aklımı O’nun meşgul ettiğini yeni fark edebilmiştim. Bundan bir an önce kurtulmam gerekiyordu.
Yapmam gereken son bir şey vardı, ya da elimden gelen mi demeliydim? O, daha biz beraberken, bana içinde birkaç parça eşyasının olduğu bir valiz vermişti. İzmit’e gelip de Antalya’ya giderse, o valizi de götürecekti. Ama hiçbir zaman gerçekleşmeyen İzmit gezisi, buna engel oldu. Ben de artık o valizin sahibine gitmesi gerektiğini düşünüyordum. İçindeki paltoyu, kış boyunca hatta biz ayrıldıktan sonra bile kullanmış olmama rağmen, eşyalar geri gitmeliydi. Elimde O’na ait kalan son şeylerden biriydi bu valiz ve içindekiler. Bana ödünç verdiği takım elbise de dahil, valizdeki tüm eşyaları düzgünce bir kutuya yerleştirdim, en üste de valizi koyarak kapattım. Şimdi yapılacak tek şey, O’na haber vermekti.

25 Ağustos 2009 Salı

Bölüm 31 - Doğum Günü

Bugün O’nun doğum günü. Beraberliğimiz boyunca hiçbir doğum gününde yanında olamadım. Ne tesadüftür ki, O da aynı şekilde. O’nunla hiç doğum günü kutlayamadım. Saat 00:00 olduğu anda, doğum gününü kutlayan bendim evet, ilk arayan bendim. Ancak O’na sımsıkı sarılıp, kocaman öpüp, “İyi ki doğdun!” demenin yerini tutar mıydı? Asla. Belki de neden buydu, ayrılmamızın, ilişkimizin bitmesinin nedeni buydu. Birlikte olmamız gereken anlarda, birbirimize ihtiyacımız olduğu anlarda, hep uzaktık, hep ayrıydık.
O’na ilk doğum gününde, üzerine çok büyük gelecek bir t-shirt almıştım. O bunu hep gündeme getirdi, hep laf soktu. Hatalıydım, hiç dikkat etmeden almıştım. Ertesi yıl, böyle bir durum oluşmasını istemediğimden, O’nun çok sevdiği parfümümden hediye ettim O’na. Son doğum gününde ise ne aldığımı hatırlamıyorum. Aklımdan bir şekilde çıkış olmalı. Sanki kargoya gittiğimi hatırlar gibiyim ama hediye alıp almadığımı hatırlamıyorum. O’nu tanımamdan itibaren dördüncü doğum günü bugün. Ve artık birbirimizin hayatlarında olmadığımızdan, O’nu kutlamam da saçma olurdu. Bana hep derdi “Seninle ayrılsak bile, arkadaş kalmak isterim.” diye. Bu cümlesi ayrılığın sadece ilk zamanlarında gerçekleşiyordu. Gerçi ben O’na hiçbir zaman arkadaşım gözüyle bakmadım. O’ndan hoşlandığım zamanlarda, ayrı bile olsak, O benim arkadaşım değildi. Tabi ki O benim sadece sevgilim olmadı, aynı zamanda arkadaşım, abim, can yoldaşım oldu. Ancak, ayrıldıktan sonra O’nu bir arkadaş olarak görebilmek benim için imkansızdı. Zaten bugün baktığımızda, neredeyse bir aydır konuşmadık. Konuşmadık dediysem, telefonda konuşmayalı aylar oldu. Demek istediğim görüşmedik. Mesajla bile. Ki böyle olmalıydı. Artık beni sevmiyor ki.
“Saplantılı, melankolik aşık, aş artık bu ilişkiyi, yoluna devam et!” diyordum kendime eskiden beri. O gününü gün ederken, ben gecelerce acı çektim, kendimi paraladım, harap ettim. Neden? Çünkü benim gözümdeki ilişkim, bitmemeliydi. Ama dışarıdan her şey çok daha net gözüküyordu. O beni çoktan gözden çıkartmıştı. O’ndan hiç beklemediğim bir şekilde davranmıştı. Beni aldattıktan sonra bile benden O’na geri dönmemi, arkasından koşmamı bekliyordu. Neydi bu bir çeşit test mi? Sevgimizi mi kanıtlıyoruz? Hayır, ben sevgimi bu zamana kadar birçok şekilde kanıtlamıştım ama O bunu hep görmezden gelmiş, benim O’na veremeyeceğim şeyleri benden istemeye başlamıştı. O beni çoktan gözden çıkartmıştı. Hareketleriyle, güzelim ilişkimizi mahvetmişti. O’nu asla affetmemem için bana bir sürü sebep verdi. Ben neden O’nun için üzülmeye devam edecektim? Bugüne kadar duygularımda hep dürüsttüm. Çabalamak için O’ndan gelecek bir hareketi beklemedim. İstediysem yaptım. O’nun için, ilişkimiz için çaba gösterdim. Bitecekti, biliyordum. Başından beri biliyordum. Çünkü O, benimle yetinecek biri değildi. Ben O’na sadece dünyayı gösterdim. Zamanı geldiğinde yuvadan uçacağını biliyordum. Sadece bu şekilde olacağını ummamıştım. Ben aldatılmayı hak edecek bir şey yapmadım. Bu kadar senelik beraberlikten sonra, en azından ilk kez bana dürüst olabilmesini isterdim. Benden sıkılmış olması, artık hayatında yeni birilerinin olması, içimi burksa da, hayat böyle. Yapacak bir şey yok. Nice bensiz senelere!

23 Ağustos 2009 Pazar

Bölüm 30 - Beynimdeki Patlama

Okuldan gelip, bir şeyler atıştırdıktan sonra facebook’ta takılmaktaydım. Chat kısmına fazla girmem aslında. Bu seferlik gireyim dedim. Çok ilginçtir ki bir süre sonra O’ndan mesaj geldi. Facebook chat kısmına asla girmezdi, bugün nasıl olduysa denk gelmiştik. Karşılıklı hal hatır sorulduktan sonra, beni oyuna çağırdı. O’nun sayesinde öğrendiğim ve bir zamanlar müptelası olduğum, birçok kez beraber oynadığımız, internet üzerinden oynanan bir oyun. Oynayamazdım tabi ki, ne yani arkadaşımız gibi oyuna girip oynayacak mıydım? Gelemeyeceğimi söyledim. O sırada “Seninkinin fotoğrafını göstersene.” dedi. Birkaç gün önceki mesajlaşmamızda O sorduğu için O’na Kağan’dan bahsetmiştim. “O benimki falan değil, sadece arkadaşız.” diye cevap verdim. “Fotoğrafını görmek istiyorsan msn’e gelmelisin, buradan gösteremem.” dedim.
Msn’e geldiğinde, Kağan’ın birkaç fotoğrafını gösterdim O’na. “Umarım san layık biridir.” dedi. Bu konuşmadan sonra, keşke yapmasaydım dediğim bir hareket yaptım ve O’na “Sende durumlar nasıl?” diye bir soru sordum. Geçiştirdi. “Bildiğin gibi.” dedi. Hayır, hiçbir şey bilmiyordum. Ayrıldığımızdan beri O’nun aşk hayatı hakkında hiç konuşmamıştık. Konuşmak da istemezdim aslında, ama içimdeki merak bu isteksizliğimin önüne geçmişti. O’nun hayatında birisinin olduğunu öğrenmek, beni tamamen değiştiriyordu. Deliriyordum, kontrol edemediğim bir şekilde hareket ediyordum, en önemlisi kendimden beklemediğim şeyleri yaparak kendimi daha fazla üzüyordum.
Kaçamak cevabından sonra üzerine gittim, “Neden söylemiyorsun?” dedim. Bu konu hakkında konuşmak istemediğini söyledi. Üsteledim ve en sonunda istediğim cevabı aldım. Keşke almasaydım dediğim cevabı. Beni baştan aşağı yıkan ve öğrendiğim andan itibaren aklımdan çıkartana kadar deli olduğum, aklıma geldiği zamanlarda sinirime hakim olamadığım cevabı. “Kim olduğunu biliyorsun.” dedi. O ana kadar düşünmediğim, ihtimal versem bile O’nun yaklaşımından ve söylediklerinden sonra “Belki de abartıyorum.” dediğim durum gerçek olmuştu. Sevgilisi Tarık’tı! Elim ayağım boşalmış, ne yapacağımı bilemeyeceğim bir durumdaydım. Göğsümün üzerindeki baskı, saniyeler geçtikçe artıyordu, kalbim yerinden çıkacakmışçasına, sert bir şekilde, sanki avuçlarım arasında sıkışıp kalmış gibi hızlıca çarpıyordu ve her çarpışı daha da acı verici oluyordu. Kafamda dolaşmakta olan bin bir düşünce, boşlukları dolduran birçok gerçek, yapbozun parçalarını tamamlıyordu. Aldatıldığımı fark ettiğim o an, içimdeki öfke doruk noktasındaydı. O an karşımda olsaydı, O’nu gözümü kırpmadan öldürebilirdim herhalde. Konuyu değiştirmeye çalışıyor, okulumu soruyordu. “O zaman sen beni aldattın?” dedim. “Hayır, bir aydır falan beraberiz.” diye cevap verdi. Ama daha biz beraberken bile dışarı çıkmaları, birbirlerinin evine gitmeleri, bütün bunlar şimdi anlam kazanıyordu. “Biz ayrılmadan önce de görüşüyordunuz, bu beni aldattığın anlamına geliyor.” dediğimde, “Evet, ocak ayında samimi olduk.” dedi. “Ayrıldığımızda hâlâ sana karşı bir şeyler hissediyordum, nasıl olacağını görmek istedim. “diye ekledi ve birden konuyu tekrar değiştirdi, ailesinden bahsetmeye başladı. “Bir dakika, ben artık seninle konuşmak istemiyorum ki.” dedim ve o an O’nu hem msn’den hem de facebook hesabımdan bir çırpıda siliverdim.
Vücudumun tüm noktalarına binlerce iğne batıyordu, hissettiğim acı, içimde yok olan dağlar gibiydi, dışarıda ise ellerim terliyor, nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Bir yandan delirmiş gibi ağlıyor, bir yandan da bağırıyordum. O an yaşadığım yıkımı, daha önceden hiç yaşamamıştım. İlişkimiz boyunca birçok kötü olayla karşı karşıya gelmiştim ama sevgilim bana acıların en kötüsünü yaşatmadan durmamıştı. Bunca sene her şeyi paylaştığım sevgilim, nasıl oluyor da beni aldatabiliyordu? Ben O’na ne yapmıştım ki, bana bunu yapıyordu? Beni sevmediğini anladığı andan itibaren bunu bana söylese çok daha iyi olmaz mıydı?
Dolabımdaki çantamı açtım. İçerisinde bir sürü boş sigara paketi, tanıştığımızdan beri yaptığımız seyahatlere ait biletler, O’nun bana yazdığı birkaç parça yazı, kullandığı saç spreylerinin boş kutuları kısacası O’na ait anılarla dolu bir çantaydı bu. Biletler, elle tutulduğunda sözlük kalınlığındaydı. Sigara paketleri, üzerlerinde henüz öldüreceğine dair uyarıların bulunmayacağı kadar eskiydi. Yüz yüze görüştüğümüz ilk kez, bana aldığı sakızın paketi bile oradaydı. Gitmelilerdi. Sinirimden deliye dönmüş bir şekilde çantamın hepsini boşalttım. Bir yandan bağırıyor bir yandan da artık gereksiz olduğunu düşündüğüm bu nesneleri torbaya dolduruyordum. Hepsini doldurduktan sonra hızlıca evden çıktım ve torbayı çöp kutusuna attım. Eve döndüğümde yapmam gereken bir şey daha kalmıştı. Bilgisayarımda sakladığım, O’na ait tüm fotoğrafları, videoları, bir çırpıda yok ettim. Artık O’nunla ilgili bir şey duymak veya görmek istemiyordum.

18 Ağustos 2009 Salı

Bölüm 29 - Yepyeni Bir Bakış

Ameliyat günü yaklaştığında, abimle beraber Antalya’ya gittik. Hastanede işimiz biraz uzun sürdü, hatta bazı tahliller için başka bir şubeye yolladılar bizi. Ve o şube, O’nun evininin çok yakınındaydı. Dayanamadım ve “Bil bakalım şu anda neredeyim?” diye bir mesaj yazdım O’na. Bir süre sonra aradı. Ameliyat olacağımı önceden söylemiştim O’na ama şimdi ameliyata bu kadar yakın olmam O’nu da çok sevindirmişti, en azından bana söylediği buydu. O’nunla hep hayal ederdik bu günü, gözlerimin iyileşeceği, artık gözlük veya lens takmama gerek kalmayacağı günü. Ama O yanımda değildi.
O gün, internette tanışıp daha önce hiç görmediğim bir arkadaşım Sertuğ'la da görüştük. Akşam teyzemlere döndüğümde, ertesi günün heyecanı beni şimdiden sarmıştı. Öğlen olduğunda, yakın arkadaşım Bora ile buluştuk. Onunla da uzun zamandır görüşememiştik. Uzun uzun sohbet ettik, dertleştik. Bana O’nunla ilgili konularda en çok destek olan arkadaşlarımdan biriydi Bora ve benimle birlikte hastaneye gelecekti. Abimle buluştuktan sonra, ameliyata bir saat kala, bir alışveriş merkezine gittik. Bu alışveriş merkezi, O’nun beni hep götürdüğü, evlerinin yakınındaki alışveriş merkeziydi. Neyse ki O Antalya’da değildi. Eğer orada olsaydı, dayanamayıp evlerine bile giderdim belki de.
Ameliyat saatine dakikalar kala, içimdeki heyecan iyice artmıştı. Bora’nın orada olması, bana çok iyi bir moral olmuştu aslında. Derken ameliyata girdim ve çıktım. Zaten çok büyük bir operasyon değildi. İçeride yaşadıklarımı hiç unutamayacak olsam da, o an, etrafı artık başka bir şeye ihtiyacım olmadan görebilmenin ne kadar güzel olduğunu düşünmekteydim. Yol boyunca Bora ve abim bana yardımcı oldu. Maalesef Bora’yla ayrılma vaktimiz gelmişti. Vedalaştıktan sonra abimle beraber teyzemlere döndük. O gece zor vakitler geçiriyordum. Derken Kağan’ın mesajı geldi. Gözüm ışığa o kadar hassaslaşmıştı ki, gelen mesajı bile zar zor okuyabilmiştim. Cevap yazmam olanaksızdı, ben de en iyisi telefon edip durumumu bildireyim diye düşündüm. Kağanla ilk telefon konuşmamız bu şekilde gerçekleşmiş oldu.
Ameliyattan sonra hep O’ndan gelecek telefonu bekledim. Ertesi gün olmuş, neredeyse öğlen olacaktı. Beklediğim telefon nihayet geldi. Çok sıcak bir şekilde, geçmiş olsun dileklerini iletti bana. Mutluydu, bunu hissetmiştim. Keşke dedim içimden. Gerçi artık bunları düşünmek için çok geçti ama yine de o an yanımda olmasını hiç bu kadar çok istememiştim.
Antalya’daki işim bittikten sonra hemen İzmit’e geri döndüm. Bu günlerde Kağan’la olan sohbetimiz gitgide koyulaşmaktaydı. Okuldan geldiğim zamanlarda onunla telefonda konuşmak çok eğlenceliydi. Konuşkan biriydi bu yüzden onunla konuşurken hiç sıkılmıyordum. Birkaç hafta sonra çok sevdiğim iki arkadaşımın da doğum günü vardı üstelik aynı gün. Onlara pasta yapıp, eve çağırmayı düşünüyordum. Kağan’a bundan bahsettim, üstelik onunla yüz yüze tanışmak istediğimi de ekledim. “Eğer ayarlayabilirsem oraya gelebilirim.” dedi. Sevinmiştim. Ona karşı bir şeyler hissediyordum ve onunla tanışmak bu hislerimi bir sonraki aşamaya taşıyabilirdi. Bu heyecan, bu duygular, bunları tekrar yaşamak çok hoştu. Ancak Kağan’ın gelmesine sadece birkaç gün kala yaşadığım olay, bu görüşmenin üzerine bir kara bulut gibi çökecekti.

Bölüm 28 - Hayat Devam Ediyor

Bursa ziyaretim, farklı bir gün geçirmemi sağlamıştı. İyi de olmuştu aslında. Kabul etmesem de, zor zamanlar geçiriyordum. Üç buçuk senelik sevgilimle, bu sefer gerçekten ayrılmıştık. Eskiden yaşadıklarımız gibi bir ayrılık değildi bu, biliyordum. Onun davranışlarından, benim hissettiklerimden. Birkaç gün sonra mesaj attı. Sadece hatırımı sormak için. Mesajlaştığımız sırada “Benden neden bu kadar kolay vazgeçtin?” diye sordu. “Vazgeçmekten başka yapabileceğim bir şey olsaydı, emin ol onu yapardım.” diye cevap verdim.
Doğruydu, yapacak hiçbir şey yoktu. Geçen sefer sevgilisi varken bile yanına gidip, barışmak için yalvarmıştım. Bu sefer neden böyle bir şey yapmıyordum? Çünkü biliyordum, artık O bu ilişkinin devam etmesini istemiyordu. Eğer bilseydim, devam etmemizi istediğini gösteren en ufak bir işaret alsaydım, sonuna kadar gidecektim. Ancak artık bu bir sen-ben meselesi olmaktan çıkmıştı. Kendimi zaten yeterince yormuştum bunca sene. O’nun yanımda olmadığı her saniye içimden parçalar koparken, şimdi hayatımda bile yoktu. Bu acı dayanılamazdı. Her seferinde, boğazıma düğümlenen şeyleri bir çırpıda ortaya dökebilmek istiyordum. Ama konuşamıyordum.
Derken bir gün beni aradı. Aslında soğuk bir havada devam eden telefon görüşmemiz, bana yanlışlıkla “Aşkım.” demesiyle bir anlık da olsa ısındı. Alışkanlıktan dolayı böyle söylemiş olmalıydı. Ayrıldığımızdan beri, bu ilk arayışı değildi. “Bu zamana kadar hep ben aradım, bundan sonra sen arayana kadar bekleyeceğim.” dedi. Hiçbir ayrılığımızda benimle arasındaki bağını bıçak gibi kesememişti. Olması gereken de buydu tabi ama birbirimizi unutma sürecini zora sokan, uzamasına neden olan bir hareketti bu. Yaptığımız bu telefon konuşmaları sırasında O’na, O’nunla telefonda konuşmayı ne kadar özlediğimi, O’nu ne kadar çok görmek istediğimi söylemek isterdim. Yapamazdım. Bir şekilde yapmamam gerektiğini biliyordum. Beni geri isteyen biri zaten bunu gelip bana söylerdi değil mi? Kendimi boş yere umutlandırmanın bir anlamı yoktu artık. Bitmişti, bu gerçeği kabul etmekten başka yapılacak bir şey yoktu.
Hayat devam ediyordu, okulum da. Odaklanmam gereken sınavlarım vardı. Gönül meseleleri yüzünden okuluma gereken ilgiyi hiçbir zaman gösterememiştim. Okuldaki son dönemimdi ve ihtimallere yer yoktu. Okulum artık bitmeliydi. Bütün bu telaşımın arasında abim, yıllardır beklediğim göz ameliyatımı yaptıracağını söyledi. Sınavlarımdan sonra, Antalya’ya, hastaneye gidecektik. Randevular alındı, ayarlamalar yapıldı. Heyecanlı bekleyiş başlamıştı.
Bu günlerde, ayrılımızın üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçtikten sonra, yeni birileriyle tanışabileceğimi düşünmeye başlamıştım. Bu amaçla bir arkadaş bulma sitesinde profil açtım. Derken birkaç gün içinde, o günlerde tanıştığım kişilerden çok farklı birisiyle tanıştım. Adı Kağan’dı. Msn üzerinden uzun süren sohbetler yapıyorduk. Eğlenceli birisiydi, msne girdiğim zamanlarda onun da olmasını istiyordum hatta. Çünkü onunla konuşmak iyi geliyordu.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Bölüm 27 - Sıcak Anlar

Bir süre yürüyerek Bahadır’ın evinin olduğu sokağa geldik. Ailesi de orada yaşadığından, benim eve gelmemi istemedi. Evden eşyalarını alana kadar aşağıda bekledim. Daha sonra arabasına bindik ve o gece kalacağımız eve, arkadaşının evine geldik. Sıcakkanlı, güvenilir ve çok tatlı bir çocuktu Bahadır. Oturup konuşmaya başladığımızda, önceki görüşmemizden onun hakkında hatırımda kalanlar tekrar canlanmaya başlamıştı. Ama sanki birisini en baştan tanımaya çalışıyor gibiydim. Çünkü çok uzun zaman geçmişti. Sohbeti ve bakışları içimi kıpır kıpır yapmaya yetmişti.
Benden bile çekingendi, o yüzden ilk görüşmemizde de ilk hareketi benim yapmamı istemişti. Bu sefer de öyle oldu. “Biliyorsun, ben ilk hareketi yapamıyorum” dedi. Bu cümleden sonra sonunda ona dokunabilmiştim. O benim için yabancı biri değildi aslında. Bir şekilde, sanırım onu uzun süreden beri tanıdığım için, sanki yakın bir arkadaşımmış gibi hissediyordum. Birkaç dakika süren ateşli anlardan sonra, ikimiz de yorgun düşmüştük. Bugüne kadar tanıdığım erkeklerden çok farklıydı Bahadır. Onu çok daha yakından tanıyabilme fırsatım olsun isterdim. Sevgilim olsun isterdim.
Bugüne kadar Bahadır gibi, dış görünüşünden dolayı hoşlanabileceğim birçok erkekle karşılaştım. Ama Bahadır haricinde hiçbiriyle bu kadar ileri gidemedim hatta sadece beğenmekle kaldım. Sonuçta günlük hayatta beğendiğim erkeklerin yanına gidip de “Senden çok hoşlandım.” diyerek yakınlık kurmamız beklenemez ki. Belki de onlarda beni çeken şey ulaşılmaz olmalarıydı. Bahadır da bir nevi ulaşılmazdı benim için aslında. Sonuçta kızlardan da hoşlandığını söylüyordu, bir erkekle uzun süreli bir beraberlik yaşamak istemediğini söylüyordu. Bahadır’ın da aslında benim yaşam tarzım hakkında pek bir fikri yoktu. Sonuçta arkadaş çevresinde hiç gay olmayan biri, onların yaşam tarzını nasıl bilebilir ki? Yine de uç çizgilerde değildim, ona bunu anlatmaya çalıştım. Sohbetimiz ilerledikçe okulundan, görüşmediğimiz zamanlarda yaptıklarımızdan bahsettik.
Bir süre sonra, ikimizin de içindeki ateş tekrar devreye girmişti. Hep hayal ettiğim ve hiç unutamayacağım anları yaşıyordum sanki. "Bahadır, neden benim değilsin ki?” diye soruyordum içimden. “Karnın acıktı mı?” diye sordu. Olumlu cevap verdiğimde, hazırlanmamı söyledi. Dışarı çıkacaktık.
Çarşının içine geldiğimizde, şehrin, üç sene önce bıraktığım gibi olduğunu fark ettim. Aslında çarşının çoğu köşesinde bir anım vardı. Bahadır’la önce bir yerde oturup yemek yedik ardından da bir cafede oturup bir şeyler içtik. Eğlenceli, tekrar hatırlaması güzel, unutulmaz dakikalardı. Tekrar eve döndüğümüzde biraz bilgisayarda oyun oynadı Bahadır. Ben de onu izliyordum. Bu görüşmenin olacağını sadece birkaç gün öncesinden biliyor olmam, Bahadır’ın yanındayken bile, şaşkınlığımın devam etmesine neden olmuştu. Bahadır, ilk görüşmemizden sonra, belki de benim için bir saplantı haline gelmişti. O günden sonra onu bir daha göremeyeceğimi düşünüyordum hep.
Saat ilerlemişti, yatma vakti gelmişti. Ayrı ayrı yataklarda geceyi tamamladık. Sabah erkenden otobüsüm vardı. Uyanıp otogara gittiğimizde, aslında oradan hiç ayrılmak istemediğimi biliyordum. Ancak Bahadır’ın yapacak işleri vardı ve onu daha fazla meşgul etmek istemiyordum. Otobüse binmeden önce ona sıkı sıkı sarılmak isterdim aslında. Ama Bahadır bunu istemezdi. O yüzden sadece tokalaştık ve otobüse bindim. Taze yalnız kovboy, evine dönüyordu.

16 Ağustos 2009 Pazar

Bölüm 26 - Eski Bir Dost

Ayrıldıktan sonra insan nasıl hisseder? Kötü. Peki, bu nasıl geçer? Geçmez. Bu hissi yok edebilmek için O’na tekrar ulaşmayı, aramızı düzeltmeye çalışırdım hep. Bu sefer içimden bir ses bunu yapmamam gerektiğini söylüyordu. En azından artık çabalamamam gerektiğini. Bir şeyler çoktan bitmişti. Bunu kabullenmeliydim artık. Yine de dayanamayıp ertesi gün O’na mesaj yazdım. Nasıl olduğunu sordum. O da soğuk bir şekilde iyi olduğunu söyledi. Hepsi bu. Ne diyebilirdi ki başka?
Ayrıydık artık. O yoktu hayatımda, en azından sevgilim olarak. Bu gerçeği kabullenmek uzun sürecekti bunu biliyordum. Ancak bu süreci hızlandırabilmek için yapılabilecek birçok şey vardı. Ben de bunlardan birisini yapmak için harekete geçtim. O’nunla tanışmadan birkaç ay önce tanıştığım bir çocuk vardı. O da Bursa’da okuyordu. Bir gün İzmit’e gelmiş, bir gece yanımda kalmıştı. Tek görüşmemiz o zaman olmuştu. Ama çocuğa hayran kalmıştım. Çocukla görüşmelerimiz gecelik ilişkiden öteye gidemeyecekti, bunu biliyordum.
O’nunla tanıştıktan sonra çocukla görüşmem uygun olmayacağından, görüşmeyi kesmiştim. Ancak zaman zaman bir şekilde aklıma gelmekteydi. Çocuktan O’na da bahsetmiştim. Hatta ilişkimizin ilk başlarında O’nu sevmediğimi, aklımın hâlâ o çocukta olduğunu söylemişti bana. Hayır, o çocuk sadece hayran olduğum birisiydi. Ona karşı bir sevgi asla beslememiştim. Zaten O’nunla yaşadıklarım, çocukla yaşadıklarımla kıyaslanamayacak kadar farklı şeylerdi. O’nu sevmiştim en önemlisi.
Çocuğun internet adresi aklımdan hiç çıkmamıştı. O’nunla bağımızın koptuğu dönemlerde çocukla birkaç konuşma yapmıştım ancak görüşme tekliflerini hep geri çeviriyordum. Bu sefer işler değişmişti. Çocukla tekrar bir konuşma yaptım ve uzun süre sonra onunla konuşmak, hele bir de bu yaşadıklarımdan sonra, bana çok iyi gelmişti. Bu sefer görüşme teklifini ben yaptım. Şaşırdı ama neyse ki durumu müsaitti. Aslında bir kız arkadaşı vardı ama içindeki duygular onu bu tarz ilişkilere de sürüklüyordu. Cuma günü için bir görüşme ayarladım. Ancak, beni Bursa’ya çağırıyordu. Bursa’ya en son O’nun evini boşaltmasına yardımcı olmak için gitmiştim, neredeyse üç sene önce. O şehri tekrar görmeye hazır mıydım?
Otobüse bindim. Eskiden heyecanla yaptığım otobüs yolculukları aklıma geldi yol boyunca. O’na yaptığım sürpriz ziyaret aklıma geldi. Nereden nereye. Şimdi bir başkası için gidiyordum Bursa’ya. İndiğimde lapa lapa kar yağıyordu. Şehri bildiğimden, çarşıda bir süre dolaştım. Ta ki Bahadır beni arayana dek. Buluştuk. Onu uzun süre sonra, üç buçuk sene sonra, tekrar görmek çok güzeldi. Nedense bu çocuğa karşı olan zaafımı hiç gizleyememiştim. Tam sevgilim olmasını isteyeceğim tipteydi. Geçen görüşmemizde onu çok iyi tanıyamamıştım, zaten çok fazla konuşabilme fırsatımız olmamıştı. Bu görüşmede onu çok daha yakından tanımak istiyordum. Aslında çekingen biriydi, fazla konuşmuyordu. Yine de onun yakınında olabilmek bile çok güzel bir duyguydu. Yaşadığım tahribatı bir süre de olsa unutmamı sağlayacak saatler başlamıştı.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Bölüm 25 - Son Nokta

Ufukta görünenler gibi uzaktı bana, telefondaki konuşmalarımız durağanlaşmıştı sanki. Sevgililer gününde, hele bir de geçen sene bu günde yaşadıklarımı düşündükten sonra, O’nunla beraber olamayışım yüreğimi burkuyordu. Okuldaki kursum nedeniyle İzmit’te olmak zorundaydım. Zaten hep zorunluluklar baltalamamış mıydı ilişkimizi? Sonu gelmeyen bekleyişler, gittikçe uzayan mesafeler, doğruluk payı içermeden kurulan cümleler, geçen olaylar, günler, geceler. Bu kadar olumsuzluğun arasında bana güç veren ve karanlıkta yolumu bulmamı sağlayan tek şey sevgimdi. Evet, sevgime güvendiğim kadar başka hiçbir şeye güvenmiyordum.
Yaşanan günler, sevgimi dahi sorgulamama neden oluyordu artık. Bir yerde takılı mı kalmıştım? Eskiye ait izler peşinde mi koşmaktaydım? O’nunla ilgilendiğimi artık belli edemiyor muydum? Uzun uzun düşündükten sonra, artık orada olmayan birini sevmekte olduğumu fark ettim. Boştu yeri, çoktan gitmişti. Gün içinde birbirinin hatırını soran, gününün nasıl geçtiğini anlatan iki kişiye dönüşmüştük. Karşımdaki, hayatımda bana o zamana kadar yaşamadığım tüm iyi ve kötü duyguları yaşatan kişi değildi sanki. Bu gidişata bir son vermek istiyordum. İkimizi eskiye döndürebilmek için bugüne kadar birçok kez emek harcadım. Bazen başardım, bazen olmadı. Olaylar kontrolümden çıktığında, benim de yapabilecek pek bir şeyim olmuyordu çünkü. Tek tesellim, elimden geleni yapmış olmanın verdiği huzurdu. Ama yine elimden gelenlerin yetersiz olacağı bir durumun içine sürüklenmiştim. Bu manzara beni çok korkutuyordu. Aynı zamanda da kendimi, sevgimi, ne istediğimi sorgulamama neden oluyordu.
İçimdeki sıkıntının doruğa ulaştığı bir günde, internetteki konuşmamız sırasında, moralinin bozuk olduğunu öğrendim. Solgun, hayattan bezmiş ve çok üzüntülü bir hali vardı. O’nu gitgeller içinde görmeye alışkın olduğumdan, kendimce teselli etmeye çalışıyordum. O’nu üzen şeyler konusunda bana hiçbir zaman tam anlamıyla dürüst olmamıştı, bu sefer de aynı durum söz konusuydu. Bir süre sonra telefonla konuşurken, ağzındaki baklayı çıkarttı. Yıllardır uzak olduğumuzu, bunun O’nu çok yaraladığını, beni çok özlediğini ama birbirimize ihtiyacımız olduğunda yan yana olamadığımızdan bahsetti. Bugüne kadar bu tarz konular konuşulduğunda, ne yapılması gerektiğini sorduğumda bana tam bir cevap veremiyordu. Ancak bu sefer ayrılmak istediğini kesin bir dille belirtti. Hem bekliyordum, hem şaşırmıştım. Korktuğum başıma gelmişti aslında. Bir gün beni bırakabileceğini düşünmüştüm, ancak bunu yapabilecek gücü kendinde bulacağını hiç sanmıyordum. Çünkü beni sevdiğini biliyordum. Yetmemişti, belki de çoktan tükenmiş olan sevgisi bu ilişkiyi devam ettirmeye yetmemişti.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bölüm 24 - Pamuk İpliği

Yılbaşından sonra İzmit'e geri dönmüştüm. Ancak içimde bir burukluk, gözlerimde hüzün vardı. Yılbaşına beraber girebileceğimiz halde, ayrı ayrı girmiştik. Hayır, bana söylediği gibi o gün evi boşaltmamıştı, o gece de evde kaldı. Ertesi gün eşyalarını toplayıp otele yerleşti. Neden beni istemedi ya da ne düşünüyordu bilmiyorum.
Artık otelde kaldığı için Eskişehir'e gittiğimde sadece dışarıda görüşebilme olanağımız olacaktı. Olsun, O'nu görebilmek bile yeterdi bana. Tabi uygun bir zaman ayarlamak gerekiyordu. Finallerim geldi ve geçti derken, O'nunla görüşebilmek için uygun bir vakit ayarlayamadık. O'nu günübirlik bile olsa gidip görmek istiyordum ama bana "Şu anda patron da burada, işler çok yoğun, zaten gece de beraber kalamayacağız." gibi cümleler kurarak oraya gelmemi ertelememe neden oldu. Olsun, görüşecektik ya, biraz geç olsa ne fark eder?
Derken bir gün bana bir süre Tarık isimli arkadaşında kalacağını söyledi. O güne kadar ne Tarık diye bir arkadaşı olduğundan ne de böyle bir planı olduğundan haberim vardı. Haklı olarak, O'na sorular soruyordum. "Kim bu Tarık? Nereden çıktı? Neden onda kalacaksın?" gibi sorulardı bunlar. Geçen yaz şantiyede tanıştıklarını, Tarık'ın orada stajyer olarak çalıştığını ve daha yeni yeni samimi olduklarını söyledi. Arkadaş bulması hoşuma gitmişti tabi, sonuçta Eskişehir'de pek çevresi yoktu, canı sıkılıyordu bu yüzden. Ancak işler beklediğim gibi yürümedi.
Birkaç hafta içinde, facebook sayesinde, Tarık'la O'nun beraber bir bar-cafe'de çekildikleri fotoğrafları gördüm. Ne buluşup görüştüklerinden, ne de bara gittiklerinden haberim vardı. Şaşırdım tabi haliyle. Hatta birkaç fotoğrafa daha baktıktan sonra yılbaşı günü de bir cafeye gittiklerini gördüm. Beraber tavla oynamışlardı. Şok edici bir şekilde, O'nun eski evinde, Tarık'ın üzerinde O'nun t-shirtüyle çekilmiş bir fotoğraf bile vardı! "İyi ki tanımışım seni kardeşim benim." yazmıştı Tarık altına yorum olarak. Ne demek oluyordu bütün bunlar? Neden yine arkamdan iş çevriliyordu? Üstelik Tarık'ın görünüşünden, çektirdiği fotoğraflardan, gay olduğunu anlamamak mümkün değildi. Neden benden gizliyordu arkadaşlığını? Gece dışarı çıktıklarını? Bu soruların cevabını bulmak üzere O'nu aradım. Çok sinirliydim ve aradığım cevapları bulmak istiyordum. Telefonu açar açmaz "Tarık'ın gay olduğunu bana neden söylemedin?" diye girdim konuşmaya. Bir kıvılcım gibi birdenbire parladı ve bağırıp çağırmaya başladı. "Ne gayi, onun bir sürü kız arkadaşı var, sen ne demek istiyorsun? Annemin babamın üzerine yemin ederim ki o gay değil." dedi bana. "Peki." dedim, "Tamam." Bu şekilde bu konu kapandı. Yanlış bir tesbitte bulunmuştum, çok paranoyakça davranmıştım, hatalıydım. Bu kadar üzerine gitmemeliydim belki de. Yine de yaptığı şeyleri, attığı adımları benden gizlemesi ağırıma gitmişti.
O, Tarık'ın öğrenci evinde kalmaya başlamıştı. Birkaç gün orada kalacağını söyledi ancak daha uzun sürdü bu misafirlik. Dönem bitip okullar tatile girdiğinde, Tarık memleketine döndüğünde bile O, evde kalmaya devam ediyordu. Bir gün evle ilgili bir sorun çıktığını söyledi. Tarık memleketten dönmüştü ve Tarık'a bir ev bakacaklarını söyledi. Daha sonra bir süre daha Tarık'ın yeni evinde kalacağını söyledi. Bu süre zarfında ben, O'nu uzun süredir görmemiş olmanın verdiği heyecanla yerimde duramıyordum. Bir an önce ikimiz için de uygun bir durum oluşmasını ve görüşebilmemizi diliyordum. Ancak ne yazık ki, o uygun durum hiçbir zaman oluşmadı.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Bölüm 23 - Son

Okulumda son seneme girmiştim. Bu beni her ne kadar heyecanlandırsa da, bir o kadar da strese sokuyordu. Üzerimdeki büyük sorumluluk, bazen doğru düşünmemi engelliyordu. Bu dönemde, yoğun derslerim ve bitirme projem vardı. Çok yakın arkadaşım Bekir'le tanışıp samimi olmamız, proje için aynı gruba düşmemizle gerçekleşti. Grup olarak evimde toplanıp, uzun süre vakit geçirmemiz bizi birbirimize daha da yakınlaştırmıştı. Bekir'in kız arkadaşı, Fikriye'yle de bu günlerde tanıştık.
Bu günlerde çok meşgul olduğumdan, O'na yeterince zaman ayıramıyordum. O da her fırsatta bu durumdan yakınıyordu. Okulum bitmeliydi artık, bunun için uğraşıyordum. O da bunu bildiği için çok da üzerime gelmiyordu aslında. Şimdi düşünüyorum da, o günlerde okulumu biraz boşlayıp, O'nunla daha fazla ilgilensem ne olacaktı? O yine, ben ne yaparsam yapayım, kendi istediğini yapacaktı. Zaten proje çalışmamdan fırsat bulduğum bir haftasonunda, O'nun yanına gitmiştim yine. O'nunla beraber olmak tüm sıkıntılarımı, stresimi alıyordu. Yıllardır hayatımda olduğundan, O'na gerçekten çok alışmıştım. O'nun sesini duymadan bir gün geçirmek, benim için kabus gibiydi. O bu duygularımı anlamıyordu bence. Bir kişiye yoğunlaşmak, bu durumu her anında hissetmek bambaşkaydı. Beni gördüğünde gözlerinin için gülen, O'nun için birşey yaptığımda ağzı kulaklarına varan, O'nu sevdiğimi söylediğimde içinde fırtınalar koptuğunu hissettiğim kişi, yavaş yavaş uzaklaşıyordu sanki benden. Kafasında neler dolaşıyordu hiçbir zaman öğrenemedim, ilişkimiz tekrar canlandığından beri bu durumdan mutlu muydu bilemedim.
O günlerde bir "Issız Adam" furyası vardı. Sınıf arkadaşlarımla gittiğimiz film çıkışı, O'nu bir süredir görmemiş olmanın verdiği üzüntü, filmdeki melankoliyle birleşince, kendimi yine içinden çıkılmaz bir labirentte gibi hissetmiştim. Sınıftan yakın arkadaşım Feyza'yı, filmden sonra eve çağırdım. Zaten O da birkaç sokak ötede oturuyordu. O gece, Feyza'ya açıldım. O'nu anlattım, kendimi anlattım, sevgimi anlattım. Feyza'ya da, Duygu'ya da gerçekten güvenmiştim, yoksa sınıftan kimseye bu durumdan bahsetmeyi düşünmüyordum. Belki gerek yoktu ama ben pişman değilim. Arkadaşlarımı gerçekten kazandığımı düşünüyorum.
Bitirme projemizin sunumunun yapılacağı günde, O'ndan ödünç aldığım takım elbiseyi giymiş, O'nun bana aldığı kravatı takmıştım. O günkü heyecanım doruktaydı ama O'na ait birşeyi giyiyor olmak, bir şekilde sanki O yanımdaymış gibi hissettiriyordu bana. O yanımdayken çok daha güçlü, çok daha mutlu hissediyordum. Belki de bu hisleri kendi kendime abartıyordum. Duygularım, bazen benim elimdeydi. Ama çoğu zaman O'nun rüzgarına kapılıp kendimi bambaşka bir yerde bulabiliyordum da.
Yılbaşı yaklaşıyordu ve tıpkı ilk beraber geçirdiğimiz yılbaşı gibi, bunu da yanyana geçirmek istiyorduk. Eskişehir'e gittiğimde, bana aldığı son hediye olan tabu oyununu verdi. Oraya gittiğimde yılbaşını aslında birlikte geçiremeyeceğimizi söyledi. Eskişehir'deki şantiye işi artık sona ermek üzereydi ve patronu, eve bir ay daha kira vermemek için, O'na otelde kalmasını söylemişti. Madem öyle, ben de İzmit'e gidip yılbaşını ailemle geçireyim diye düşünmüştüm. Üzülmüştüm tabi, yılbaşına O'nunla beraber girmek benim için çok ayrı bir duyguydu. Çok büyük bir anlamı vardı. Hep inanırdım, yılbaşına nasıl girersen, o sene hep öyle devam eder diye. 31 aralık günü İzmit'e döndüm, yılbaşına ailemle girdim. Ancak düşündüğüm gibi, kehanet gerçek olmuştu. Bu, O'nu son görüşüm oldu.

Bölüm 22 - Yollar

Son olmasını umduğum yaz okulum başlamıştı. O Eskişehir'de, ben İzmit'te günlerimi geçirirken, bulduğum ilk fırsatta yanına gittim. Yine buluşmuştuk. Güzel vakit geçiriyorduk. O işten eve gelene kadar ben evde takılıyordum, yemek yapıyordum, dışarıda geziyordum. Eve döndüğünde, beraber yemek yedikten sonra dışarı çıkıyorduk. Bir akşam Şule'yle görüştük. İş yerinden izin aldığı bir gün beraber hamama gittik. O günü hiç unutamıyorum. Yaz sıcağında hamama gitmek pek iyi bir fikir değildi belki ama O'nunla beraber olmak, ne koşulda olursa olsun çok mükemmeldi.
İzmit'e geri döndüğümde, zaman zaman pürüzlü giden ilişkimizin bu aşamasındaki sorunları artık tek başıma aşamayacağımı anlıyor gibiydim. Bu günlerde birileriyle konuşmaya çok ihtiyacım vardı ve uzun süredir düşündüğüm bir kararı hayata geçirmenin vakti gelmişti. Sınıftan çok yakın arkadaşım Duygu'yu akşam dışarı çağırdım. O akşam içim o kadar bunalmıştı ki birileriyle konuşmazsam patlayacak gibi hissediyordum. Duygu'ya söylemek istediğim herşeyi anlattım, zaten zamanında O'nunla da tanışmıştı. Söylediklerime çok şaşırdı, ancak beklediğim gibi olumsuz bir tepki göstermedi. Sevinmiştim, en azından beni anlayan ya da en azından artık dürüst olabileceğim birisi vardı çevremde.
Yaz okulum sonunda bitmişti ve ben soluğu yine Eskişehir'de almıştım. Stajım başlamadan önce O'nunla birkaç gün geçirmek istiyordum. Bu görüşmemizde unutamadığım anlar, sinemaya gittiğimiz zamanlar oldu. İki film izlemiştik ancak romantik olan beni derinden etkilemişti. İnsanı en çok üzen şeylerden biri, duygularının karşılıksız olması bence. O zamanlarda, bir şeylerin ters gittiğini, O'nun bana karşı soğumaya başladığını hissediyordum. Gerçi ilişkimizde durgun geçen zamanlar zaten çoktan bitmişti. O yüzden de hep diken üstündeydim. Yine de bakış açımın bu kadar dar olduğuna çok şaşırıyorum.
Olumsuz giden durumlara rağmen, O'nu sevmek her zaman çok güzel olmuştu benim için. Stajım başladığında, uygun olduğum zamanlarda telefonda konuşmamız, eski günlerimizi hatırlatırdı bana hep. O günlerden bugünlere ne değişmişti? Aslında O'nun değişmediğini fark ettim. Çünkü O ilk günden beri aynıydı. Sadece kendini o kadar gizlemişti ki, O'nu tamamen tanımama imkan vermemişti. Her geçen gün O'nu daha yakından tanıdıkça aslında neler yapabileceğini de az çok tahmin etmiştim. Ama yine de çok sığ düşündüğümün farkına vardım.
Zaman hızla geçiyordu yine. Stajım bitmişti ve ben yine Eskişehir'e gitmiştim. İlk defa çalıştığı yere gidecektim. Kocaman bir şantiye, bir sürü apartman. Etrafta çalışan işçilerden başka kimse yoktu. Artık telefonda konuştuğumuzda nerede olduğunu söylediğinde, o yeri kafamda hayal etmeme gerek kalmayacaktı. Akşamları gittiğimiz cafe, neredeyse Eskişehir'e her gittiğimde beraber gittiğimiz kuaför, hep bildiğim caddeler, artık beni Eskişehir'de yaşayan biri gibi hissettiriyordu. Yabancı değildim artık bu şehire. Bu kadar alıştığım yerden, bir gün kopmak zorunda kalacağımı hiç düşünmemiştim.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bölüm 21 - O'nun İçin

En kötüsü de artık benim olmayışı. Bir sevgilin olmaması, bir dayanağın, bir dostun, bir kardeşin, seni bugüne kadar en iyi anlayan kişi yok artık. Seni en iyi tanıyan, seninle en çok ağlayan, seni mutlu etmeye çalışan ve maalesef seni en çok üzen. O’na söylemek istediğim şeyleri kime söyleyecektim? Daha yapacağımız bir sürü şey varken neden bitmişti? Tanıştığımız ilk günden beri planlarımızı yaparken hep okulumun bitmesine endekslemiştik her şeyi. Okulum bitmişti, ama artık “Biz” yoktuk, peki şimdi ne yapacaktık? Yarım kalanlar ne olacaktı?
Sevgim, kapağı açık kalmış bir kolonya gibi günden güne buharlaşıyordu. Hislerin en acısı, artık bunların hiçbirinin bir önemi olmadığını bilmek olsa gerek. Yazdıkların, hissettiklerin, düşündüklerin, artık O’nun için hiçbir anlam ifade etmiyor. Sen, O’nun için en fazla eski sevgili olabilirsin. Bugüne kadar ne yapmış, ne söylemiş olursam olayım, sen benim için çok farklıydın. Herkesten ayrı, apayrı bir köşedeydi yerin. Kimseye böyle yazılar yazmamıştım. Kimse için bu kadar üzülmemiştim. Kimseyle bu kadar mutlu olmamıştım. Hayır, bundan sonra da olamam demiyorum ama sen benim için hep farklı kalacaksın.
Baktığım her yerde seni gördüm, her yerde karşıma çıktın. Giydiğim t-shirtlerin bana hep seni sorar gibiydi. Parmağımdan çıkartıp kutuya kaldırdığım yüzüğüm, isyan ediyordu sanki yeni yerine. Birlikte sayısız anılarımızın olduğu şehirler, en fazla da Eskişehir, canımı acıtıyordu artık. Telefonumdaki ve sana ait elimde kalan son fotoğraf, her baktığımda gülümsüyordu aynı şekilde. Kim ne derse desin bugüne kadar sana en çok özen gösteren ve seni en çok seven kişiydim, buna eminim. İlişkimiz bitti, bir şekilde, bir nedenle bitti. Hislerimi bu kadar kolay bitiremedim. İçimi en çok acıtan, canımı en çok yakan, o ilk tanıdığım senin, artık olmayışı. Bana o kadar özel hissettirmiştin ki. Dilerim ki, eğer bunları bir gün gelir de okursan, yüreğinde küçücük de olsa bir kıpırtı hissedersin. Geçmişe dair, yaşananlara dair. Çünkü bu kadar zalim olamazsın, inanmıyorum. Gerçi bugüne kadar beni hep şaşırttın, hep senden beklemediğim şekilde davrandın. Ama biliyorum bütün bunların bir nedeni var. O içi kıpır kıpır, hayat dolu çocuk, bir şeyler peşindeydi. Bense seni sevmeyi öğrenmiştim.
Seni tanıştırdığım tüm yakınlarım, seni götürdüğüm tüm yerler, artık yalnız gittiğimde hepsi birer hatırlatıcı oldu. Senle beraberken geçirdiğimiz vakitleri hatırlatıyorlar. Anılar sanki gözümün önünden geçiyor. Kafamın içindeki seslerle birleşerek, sanki elimi uzatsam tutacakmışım gibi hissettiriyorlar. Sana seslensem, dönüp bakacakmışsın gibi. Sana ihtiyacım olsa, hissedip gelecekmişsin gibi. Artık yoksun, biliyorum, bunu kabullendim. Ben seninle beraber nasıl bir insan olmuştum?
Bu yazdıklarımın artık hiçbir anlamı yok biliyorum, ama içimden geçenleri satırlara dökmek, güneşli bir bahar havasında sandalla gezinti yapmak gibi.
Birlikte dinlediğimiz, söylediğimiz şarkılar, artık bazılarını duymaya tahammül edemiyorum. Sen benim hayat tarzımdın, kendimi tanımamı sağlayan bir öğretmendin. Neler yapıp neler yapamayacağımı gösteren kişiydin. Çünkü sınırları hep sen çizdin, son noktayı hep sen koydun. Ben elimden geleni yaptıkça, beni durduran sen oldun. Sonuna kadar çabaladığımda, elimi tutmak yerine arkana bakmadan gittin bazen. Kaybolduğumda, beni derinlerden çıkartıp bana destek de oldun. Şimdilerde ise seni duyamıyorum artık. En yakınımdaki kişi kayıplara karıştı. Hiç gelmeyecek birisini özlemek, hiç olmayacak bir şeyi istemek gibi. Seninle yaşadıklarımız muhteşemdi, zaten onlar da olmasa bunları yazmak da istemezdim. Sessiz çığlıklarım son bulana kadar, içimdeki ateş sönene kadar, yağmurdan sonra güneş çıkana kadar, ben burada bunları yazıyor olacağım. Bu karışık duygular, gelip geçici hevesler gibi, elbet bir gün son bulacak. Ama anılarım, sonsuza kadar benimle kalacak.

Bölüm 20 - Deniz ve Güneş

Servise binip eve doğru yola çıktığımızda, O’nu tekrar memleketimde görmenin verdiği sevinci yaşıyordum. O yanımdayken, hayatımda hiç eksik yokmuş gibi hissediyordum. Paylaşacağımız günler, duyduğum heyecanın artmasını sağlıyordu. Eve geldiğimizde annem bizi karşıladı. Yemek yedikten sonra kardeşimin de ısrarı üzerine bilgisayarda oyun oynamaya başladık. Zaman hemen akıp geçti, yatma vakti gelmişti. O’na iyi geceler diledikten sonra odama geçtim.
Sabah erken uyanmıştık, çünkü o gün yazlığa geçecektik. Babam bizi bırakabileceğini söyledi. Önce beraber çarşıya indik, O kendine şort bakacaktı. Biraz dolaştıktan sonra beğendiği bir şortu aldık. Eve döndüğümüzde babam yola çıkmak için hazırdı. Yazlığa geldiğimizde, birkaç gün de olsa, baş başa kalacağımız fikri, içimi kıpır kıpır yapıyordu. Babam, İzmir’e dönmeden önce akşamüstü bizi yol üstündeki bir kasabaya bıraktı. Biraz dolaşacaktık. Oradan da kendine bir şort aldı. Buralardan aldığı giysilerin benim için ayrı bir önemi vardı, bu aynı önemin O’nun için de olduğuna inanırdım. Giysilere bakıp “Bunu sevgilimle beraber, memleketinden almıştık.” diye düşünüyor muydu acaba? Biraz gezdikten sonra yazlığa dönmek için minibüse bindik. Minibüs bizi yazlığın olduğu yerin birkaç kilometre ilerisinde bıraktı. Biz de geri kalan kısım için otostop çektik. Eve geldiğimizde sonunda baş başaydık.
Beraber yemek yedik, film izledik, dışarı çıktık, dolaştık, birlikte uyuduk. Kısacası her anımızda beraberdik. Bu çok güzel bir duyguydu. Kafamda dolaşa onlarca soruyu susturmuş, sadece anın tadını çıkartmaya çalışıyordum. İkinci gün beraber denize girmiştik. O’nun yaşadığı mutluluğu gözlerinden okuyabiliyordum. İlişkimizin başından beri, değişmesine dayanamayacağım tek şey O’nun beni sevmesi olurdu. O ilk günkü sevgisini hâlâ hissedebiliyordum. Sevgisinin bana hissettirdikleri, o güne kadar hiç hissetmediğim, çok özel duygulardı. Bu duyguların kaybolmasına asla göz yumamazdım.
Annem ve kardeşim, yazlıktan dönmeden önceki son günümüzde bizi yalnız bırakmak istemediği için yanımıza geldiler. Bizim için pek de bir sorun olmadı, yalnız olsak çok daha iyi olurdu ama annem ısrar edince “Gelmeyin.” diyemedim. Ertesi gün, İzmir’e dönüp, O’nun gideceği saati beklerken, çarşıda biraz vakit geçirdik. Su gibi akıp geçmişti zaman yine. Antalya’ya gitmek için O’nu otobüse uğurladığımda, O’nun İzmir’e son gelişi olacağını tahmin edemezdim. Memleketim, seni çok özleyecekti…

19 Temmuz 2009 Pazar

Bölüm 19 - Sil Baştan

Günler geçiyor, ben okuluma devam ediyordum, O da çalışmaya. İlişkimiz, yaralarını sarmıştı. Saksısı değiştirilen bir çiçek gibi hayatta kalma mücadelesi vermiş ve bu mücadeleyi kazanmıştı. Yaşanan günler çok zordu, çok kırıcıydı. Şimdi bizim o günleri unutup atlatmamız için birbirimize ihtiyacımız vardı.
Ayrı olduğumuz dönemde, İzmir'den çok yakın arkadaşım olan ve Eskişehir'de çalışmakta olan Şule'ye açılmıştım. Uzun süredir böyle bir düşüncem vardı ancak bir türlü kendimde o cesareti bulamamıştım. Şule'nin annesi aynı zamanda çok yakın aile dostumuz olduğundan, Şule ailemi çok yakından tanıyordu. Onların bu durum üzerine olası tepkilerinden, benim nasıl davranmam gerektiğinden bahsettik. O'nunla olan durumları da biliyordu. Barıştık, tekrar görüşmeye başladık derken kendimi yine Eskişehir'de bulduğum bir gün, Şule'yle O'nu tanıştırma zamanı gelmişti artık.
Şule'yle buluştuktan sonra O işten gelene kadar evde beklemeye karar verdik. Aslında heyecanlıydım sonuçta ilk kez göreceklerdi birbirlerini. Şule'yle erkek arkadaşımı tanıştırıyor olma fikri zaten başlı başına bir heyecandı. Telefonuma mesaj geldi ve O, beni alabileceğini söyledi. Şule'yle beraber çıktık, O'nun söylediği yere geldiğimizde ilk tanışma faslı oldu. Tabi işten yeni çıkmış ve yorgun olduğundan, akşam için buluşma kararı aldık ve ben O'nunla birlikte eve geldim. İşyerinden arkadaşı da evde kalıyordu. Bu bir sorun değildi tabi sonuçta biz O'nun odasında rahat olabiliyorduk. Yemek yiyip hazırlandıktan sonra, Şule'yle buluşmak için dışarı çıktık. Dış görünüşüne her zaman dikkat ettiğinden, çok iyi hazırlanmıştı bu buluşma için. Şule'yle görüşmemiz, başından sonuna kadar güzel geçti. İyi, sıcak bir sohbet sonucunda, birbirlerini sevmişlerdi galiba. Eve döndüğümüzde, O durumdan memnundu.
Eskişehir'e yaptığım birkaç ziyaretimde de Şule'yle görüşmelerimizi yineledik. Onun dışında zaman pek farklı geçmiyordu. Ben evde O'nun işten gelmesini beklerken, yemek yapıyor, ortalığı topluyordum. Olanları görmezden gelmek, sanki hiç yaşanmamış kabul etmek zorundaydım. O'nunla güzel günler geçireceğimize inandığım için, böyle davranmalıydım. Ama yine de sorunlar çıkıyordu bazen. Dolabında bulduğum, eski sevgilisine ait notları atmayı ilk başka kabul etmemişti. "Onları anı olarak saklıyorum." demişti bana. İçim burkulsa da, zorla bir şey yaptıramazdım. Daha sonraki bir gelişimde, düşüncesi değişmişti. Eski sevgilisine ait herşeyi toplamış ve atmıştı. Hatta tanıştıktan hemen sonra aldıkları, beni en derinden yaralayan yüzüğünü bile sokakta bir çöp kutusuna atıvermişti. Bence sahte bir ilişkinin sonucunda yaşananların böyle olması çok doğaldı.
Bizim ilişkimizde ise artık birbirimize malesef hiç güvenmiyorduk. Telefonu ne zaman çalsa, ne zaman mesaj gelse, sanki hep benden gizli bir işler çeviriyormuş hissine kapılıyordum. Ayrıca, barıştıktan sonra Eskişehir'e geldiğimde, Muzaffer'le buluştuğum bir gün, Muzeffer'e aramızın düzeldiğinden bahsetmememi istemişti. Böyle bunun gibi bir sürü küçük olay, beni tam bir paranoyak yapmıştı. Görüştüğü arkadaşlarına da güvenmiyordum. Beni sevse bile, aklından geçen düşünceleri tahmin edemiyordum. Her zaman bir arayış içindeydi, bunu fark etmem zor olmadı. Ancak, O'nu kaybetmemek için, çok sıkmak istemiyordum. Belki bu zamana kadar yaptıklarım O'nun egosunu baya bir kabartmıştı ama, bunları yapmasam da hep kendimi suçlayacaktım belki de. Beni her fırsatta beğendiğini söylese de, bende bulamadığı şeyleri dışarıda arayacağını biliyordum. Nitekim, sonumuzu hazırlayan bu durum, aslında ilişkimizin en başından beri belliydi. İkimiz de sadece olayları görmezden geliyorduk.
Okulum kapanıp, yaz okuluna kadar sürecek olan birkaç haftalık tatilimde, İzmir'e çağırdım O'nu. İşinden dolayı okulum varken hiç İzmit'e gelememişti, en azından birkaç gün yazlığa gider, dinleniriz diye düşünmüştüm. Zaten O da kısa da olsa bir tatili çok istiyordu. O'nu karşılamak için evden çıkıp otogara gittim. Biraz bekledikten sonra içinde olduğu otobüs perona yanaştı. Otobüsten indiğinde, O'nunla ilk tanıştığımız zaman aklıma geldi. Benim için, hiç tanımadığı biri için otobüse atlayıp gelmişti. İnandığı birşeyler vardı çünkü, hissettiği şeyler, aradığı şeyler. O'nun, ilk günkü haline dönmesi için herşeyimi verirdim, ancak bu artık imkansızdı.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Bölüm 18 - Seçenekli Hayatlar

"Senden sonra hayatım çekilmez oldu, çok mutsuzum :'( Umarım hediyeni beğenirsin." yazıyordu notta. Notu okur okumaz, sokak ortasında gözyaşlarım daha fazla dayanamadı, kalbimin içinde bulunduğu çelik kafes atmasını güçleştirecek kadar sıkıyordu beni. O, yine beni haklı çıkartmıştı aslında. Beni sevdiğini biliyordum, beni unutmayacağını biliyordum. En azından bu benden daha iyi birisini bulana kadar böyle olacaktı, bundan emindim.
Hemen telefona sarılıp aradım O'nu. Neden böyle bir şey yaptığını sordum. "Açtın mı?" dedi. "Evet, notunu okudum." dedim. Baya konuştuk, uzun süre. Beni sevdiğini söyledi yine, zaten bildiğim bir gerçeği bir kez de O'nun ağzından duymuştum. Barışacaktık, ancak anın gerçekleri yine dünyamı karartmıştı. Hâlâ sevgilisinden ayrılmamıştı. "Bu kadar zaman hep seni düşündüm, bir an bile aklımdan çıkmadın." diyen birisi neden hâlâ sevmediği birisiyle ilişkisine devam eder ki? Bu konu benim saf aklımdan yapabileceğim tahminleri aşıyordu. Sonradan anladım ki sanırım "Barışmayı kabul etmezse bari diğeriyle devam etmeyi denerim" tarzında bir mantığı vardı. Ve ben bunları düşünen biriyle beraberdim! Tekrar ilişkiye başlamayı konuşurken, o toz konduramadığı arkadaşlarıyla, özellikle bir tanesiyle, görüşmesini engellemeyeceğime söz verdirtti bana. Benim barışmak için koyduğum şartları kabul etmeyip, "Senin gözün dönmüştü, tabi ki sen daha önemlisin benim için, ama bunu fark edemezdin o sırada" diyen birisi, şimdi beni görmezden gelir gibi yine arkadaşlarını ön plana alıyordu. O zamanlar artık bunların benim için önemi kalmamıştı. Amacım sadece O'nu tekrar kazanabilmek, tekrar sevgilisi olabilmekti. Bunun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Çünkü aylarca bunun için uğraştıktan sonra, tekrar başa dönmek istemiyordum.
Yine "Aşkım" olmuştu, yine "Seni çok seviyorum." diyebiliyordum O'na telefonda. Gerçi Eskişehir'deyken O ne kadar istemese de ben ona defalarca söylemiştim bu kelimeleri. O zaten hep benim "Aşkım"dı. Bir ilişkide olmaması gereken nerdeyse herşeyi yaşamamıza rağmen, zorla da olsa, işte tekrar beraberdik. Bu sevinçli günlerin üstüne, artık Eskişehir'e gitmenin, O'nu tekrar görmenin zamanı gelmişti. O'na tekrar doya doya sarılabileceğim, "Acaba ne der?" diye düşünmeden söyleyebileceğim sevgi sözcüklerimin doldurduğu saatler başlayacaktı.
O'nu karşımda gördüğümde, beni görmenin verdiği mutlulukla gözlerinin içi gülüyordu. Artık duygularını gizlemeden yaşayabilecekti. İçinden geldiği gibi davranabilecekti. Sevgilisinden sonunda ayrılmıştı. Bu konuda O'nu pek sıkıştırmak istemediğimden, sorular sorarak üzerine gitmemeye çalışıyordum. Eski konuları asla açmayacağımıza söz verdiğimiz için, ne kadar çok merak etsem de, o günlerde aslında neler hissettiğini henüz öğrenemeyecektim. Zaten artık bir önemi yoktu, sonuçta tekrar birlikteydik. Tekrar sadece benimdi. Anlık mutlulukların adamı olarak, benden daha mutlusu yoktu o an dünyada. Yaşanan onca şeye rağmen, her biri ayrı ayrı bile ayrılma nedeni sayılabilecek olaylar silsilesinden sonra bile, bu mutluluğu yaşayabilmek, sahte bile olsa, güzeldi. O'nunla olan ilişkimiz yine çok farklı bir boyuta girmişti çünkü. Birbirimize her ne kadar güvenmeye çalışsak da, asla güvenemeyeceğimiz, sadece birbirimizi sevdiğimizi söyleyip, birlikte vakit geçirdiğimiz, aslında belki de birbirimizin bir arada değilken yaptıklarından sonuna kadar rahatsızlık duyduğumuz, bir o kadar ikiyüzlü bir ilişkinin başındaydık. O'nu seviyordum, hem de çok seviyordum. Ama bu ilişkinin suyunun çıkacağı işte bu günlerden belliydi.

Bölüm 17 - Kayıp

2008 Şubatında, çok önemli olaylarla dolu Eskişehir ziyaretimden sonra İzmit'e döndüğümde yaşadığım günleri hiç unutamıyorum.

Otobüsten indiğimde, eve gidip dinlenmeye bile vaktim kalmamıştı. Harap düşmüş bir şekilde okula gittim, çünkü dersim vardı. Aklımda dolaşan binbir düşünce, bundan sonra hayatıma nasıl yön vereceğim hakkındaydı. Evet, O'nu bekleyeceğimi söylemiştim, bekleyecektim de. Başka kim yapardı bunu? Sevdiği insanın yeni sevgilisini bırakmasını beklemek, ikinci tercih olmayı kabul etmek gibi birşeydi. O'nun yaptığı da çok acımasız ve alçakçaydı aslında. Beni yedekte tutar gibi "Bir deneyeyim, sonucu beğenmezsem senle tekrar barışırız." tarzı konuşması ve daha önemlisi benim buna itibar etmem kabul edilemezdi. Ancak o zamanlar yapabilecek başka birşey yoktu. O'nu bırakamazdım, çünkü O'nun beni sevdiğinden emindim. Aslında önemli olan benim O'nu sevmem değil miydi? Ben sevgime hep güvenmiştim, gurur falan düşünmeden sonuna kadar gitmeye kararlıydım.
Birkaç gün içinde kendimi çok ama çok kötü hissederken bulmuştum. Bu belirsiz, günler, haftalar ve belki de aylar sürecek bekleyiş beni çok yıpratıyordu. Hiçbir arkadaşımla konuşamıyordum. Muzaffer'in bana Eskişehir'deyken verdiği "Lost" DVDl'eri kurtarıcım oldu diyebilirim. Önceden hiç izlemediğim için, izlenecek bir sürü bölüm vardı. Kafamdaki sesleri susturamıyorsan, bastıracaksın. Bu düşünceyle dizi izlemeye başladığımda, dizi sırasında zamanın su gibi aktığını ve kafamdaki saçma sapan düşüncelerin yerini "Acaba bir sonraki bölümde ne olacak?" tarzında sorulara bıraktığı günler başlamıştı. Neredeyse sabahtan geceye kadar aralıksız dizinin başındaydım. Arkadaşlarımın beni dışarıya çıkartma tekliflerini reddediyor, kimseyi görmek dahi istemiyordum. Bu şekilde tam üç gün geçirdim ve bu üç günün sonunda izleyebileceğim bölümler bitmişti.
Daha da zor günler başlıyordu benim için. Neredeyse bir ölüm kalım savaşı veriyordum kendi kendime. Günlerim bu şekilde geçmeye devam ederken, hiç beklenmedik bir şey oldu. O telefon etti. Öylesine aramıştı, hatırımı sormak için. Şaşırmıştım, bu bir işaret miydi? Galiba öyleydi, çünkü birkaç gün içinde tekrar aramıştı. Telefonu kapatırken "Öptüm." demesi, konuşmasındaki sıcaklık, benimle tekrar barışmak istediğini düşünmemi sağlıyordu. Derken bir konuşmamızda O'na bu durumu sordum. Neden ısrarla aradığını, kafasında ne olduğunu merak ettiğimi söyledim. Hayır, sevgilisinden ayrılmamıştı. O zaman neden bütün bu sıcak konuşmalar? Aramalar? Ben oyuncak değildim. "Ondan ayrılmadan beni bir daha arama." diyerek telefonu kapattım.
Bu ne çaresizlikti? Bu ne saplantıydı? Ben nasıl böyle birine dönüşmüştüm? Neden bütün bunlara katlanıyordum ki? Bilmiyordum. Körü körüne aşık olmak böyle birşey olsa gerek. Yapacak birşeyim yoktu. Bekleyecektim. Birkaç gün sonra ev telefonum çaldı. Arayan O'ydu. Birdenbire yaptığı itiraf ağzımı açık bırakmıştı. "Ben aslında seni seviyorum, ona karşı birşey hissetmiyorum ama onun da üzülmesini istemiyorum o yüzden ayrılmak istediğimi henüz söyleyemedim." demiş ve beni yine sinirlendirmeyi başarmıştı. Yenilmez gururuna rağmen beni sevdiğini sonunda bana itiraf edebilmesi büyük bir gelişmeydi belki ama hâlâ sevgilisinden ayrılmamış olması kabul edilemezdi. Benden bu durumu görmezden gelmemi mi istiyordu? Hayır, bu kadarını da yapamazdım. "Madem öyle, bundan sonra beni arama, artık seni beklemeyeceğim" dedim ve kapattım.
Bekleyemezdim, neydi bu bir oyun mu? Her geçen günün, her yaşanan olayın canımı ne kadar yaktığını bilmiyordu bence. O'nu çok seviyorken, bizi bu duruma düşürdüğü için O'na ne kadar kızdığımı bilmiyordu. En başından beri söylediğim gibi, ne gerek vardı üçüncü bir kişinin aramıza girmesine? Herşeyi kendi aramızda çözemez miydik? Çözümü yoksa zaten daha fazla üstelemeye de gerek olmazdı. Her ne kadar O'na beklemeyeceğimi söylemiş olsam da, bekleyecektim. Hiç gelmeyecek birini bekler gibi umutsuzca ancak küçük bir ihtimal de olsa arar diye umarak bekleyecektim.
Günler geçtikçe içimdeki zar zor yeşermeye çalışan umut, kurumaya yüz tutmuştu. Birkaç hafta içinde, artık bu bekleyişin bir sona ermesi kararına varmıştım kendimce. Bazı gecelerde O'na sarılarak uyuduğumu hayal etmeden, uykuya dalmam imkansız olmuştu. Neydi bu takıntının çözümü? Çözümü bendeydi aslında, ancak o zamanlar bunu göremeyecek kadar bağlıydı gözlerim.
Bir cumartesi sabahı, ev telefonumun çalışıyla uyandım. Arayan kargo şirketiydi. Bana bir paket geldiğini haber veriyorlardı. Kimdendi ki bu paket? İhtimaller arasında O'na çok az bir yer veriyordum, çünkü bu kadar zaman sonra ne alaka diyordum kendi kendime. Hemen hazırlanıp kargo şubesine gittim. Paketin üstündeki ismi okuduğumda, beni tekrar hareketli günlerin beklediğini sezmiştim. Çünkü paket O'ndan gelmişti. Bilgisayarım için bir DVD-rom yollamıştı, beklemiyordum. Ama daha da önemlisi, içinden çıkan küçük notta yazanlardı.

Bölüm 16 - Her Yerde Kamuflaj

Yalova’daki sayılı günlerim bitmiş, doğum günü için İstanbul’a gitme vakti gelmişti. Bekir’in arabasıyla gidecektik. Bizimle birlikte kalan arkadaşlardan ikisini uğurladıktan sonra dört kişi kalmıştık. Beğendiğim çocuk ve arkadaşı da bizimle İstanbul’a geleceklerdi. Onlarla otogarda ayrıldıktan sonra, doğum günü için arkadaşın ismini verdiği cafeye gittik. Onları tekrar görmek güzeldi. Bana O’nu sordular. “İyi.” dedim. Bir saati aşkın bir süre takıldıktan sonra Bekir, beni servisin alacağı yazıhaneye bıraktı.

Askeriye işlerim olmasa Bekir’in yanına gelmem çok zor olacaktı, iyi ki de gelmişim. Çünkü çok güzel üç gün geçirmiş, ayrıca onunla tanışma fırsatı bulmuştum. Gerçi bu şekilde hoşlanıp da elimden hiçbir şeyin gelmediği birçok durum oldu eskiden beri. Olsun, en azından yeni insanlarla tanışmıştım. Kafam dağılmıştı. Şimdi sırada Ankara vardı. Halamın yanında kalacaktım. Sabah otobüsten inip hastaneye gittiğimde, bana perşembe gününe sıra verdiler. O güne kadar yapacak bir şeyim yoktu. Çok eskiden, beğendiğim müzik grubunun forumlarında tanıştığım ve o zamandan beri de görüştüğüm arkadaşımla buluştum. Onunla biraz zaman geçirdikten sonra eve döndüm.

İki gün sonra hastaneye gittiğimde sonunda istenilen tahlil yapılmıştı. Sonuçlarını aldıktan sonra artık burada bir işim kalmamıştı. Halamla beraber İzmir’e dönecektik. Otobüs, Eskişehir’e geldiğinde içimden kopan parçalar dağ gibi olmuştu. Otobüs mola verip, indiğimde, gözlerim nedense O’nu aradı. Otogarın diğer ucuna gidip, tramvayın olduğu yere kadar yürüdüm. Bu şehre bir daha gelebileceğimi hiç düşünmemiştim. İnsan bir şehre küsebilir mi? Oysa ne günlerim geçmişti burada. Aklıma gelen onlarca kötü düşünce, beni boğuyordu sanki. Tramvayın nereye gittiğini bilmek ve artık orada olmayan birini özlemek, akıntıya karşı kürek çekmek gibiydi. İleriye gitmem gerekirken, geri geri gitmeye uğraşıyordum. Boşunaydı. Zaman, bunun anlamamı sağlıyordu tabi ama her şey birden olmuyordu.

İzmir’e gelmiştik. Ailem yazlıkta olduğu için ben de hemen yazlığa geçtim. Birkaç gün burada kalıp, daha sonra askeriye işlemleri için tekrar hastaneye gidecektim. Bu iş bitmeden bana rahat yoktu anlaşılan. Neyse ki birkaç gün sonra hastaneye gittim ve sonunda işim halloldu. Çok yakın arkadaşım Buket’in düğünü için İzmir’e gelmiştik. Arkadaşlarım tek tek evlenirken, benim bu durumda olmam, insanın içini burkuyordu tabi.

Dün gece O’nu rüyamda gördüm, uzun bir süre sonra. Yok, böyle mutlu mesut bir manzarada değil. Artık eski günlerimizi rüyalarımda bile göremiyordum. Görüşüyorduk ama rüya geneli boyunca soğuk bir hava vardı. Bir şey de olmadı zaten, sonra uyandım. Düşündüm, bütün gün boyunca düşündüm, tıpkı günlerdir, haftalardır ve hatta aylardır yaptığım gibi. Ne gerek var ki? O beni düşünmüyor, aklının ucundan bile geçmiyorum bundan eminim. Hem geçsem ne olacak ki? Beni düşünse ne olacak? Bu saatten sonra ne önemi var? Bunları hak ediyor mu? Yıllarca süren o saf sevgimi? İlk tanıştığımız gün, dizime yatan çocuk hak ediyordu. Ama bugün, O, yeni hayatıyla birlikte gözümdeki değerini günden güne kaybetti. Hoş, zaten karşıdan bir talep de yok. Bu şekilde düşündükçe, kendimi saplantılı, melankolik, saf aşık olarak görmekten öteye gidemiyorum. Çık artık aklımdan, rüyalarımdan. Bugün artık bitti bari yarınımı rahat bırak.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Bölüm 15 - Gülen Gözler

Askerlik işlemleri ile uğraşmaya devam ederken, sonunda korktuğum başıma gelmiş ve İstanbul'a sevk edilmiştim. İstanbul'a gitmemek için yaptığım tüm çabalar boşa çıkmıştı. Herneyse, gidecektim mutlaka. Bu sayede Yalova'da staj yapmakta olan, sınıf arkadaşım Bekir'le de görüşme fırsatı bulacaktım. İstanbul'a gidip, hastaneyi bulduğumda, doktorun bana söylediği şey, gereken tahlilin orada yapılamayacağı ve Ankara'ya gitmem gerektiği oldu. Elim mahkum, gidecektim. Ancak hazır İstanbul'a gelmişken, iki sene önce O'nun sayesinde tanıştığım, internetten oynadığı oyundan arkadaşlarıyla görüşmek istiyordum. İki sene önce doğumgününe gittiğimiz çocuk, beni yine doğumgününe çağırmıştı. O gün, çocuğun bir arkadaşıyla görüştük ve ben aynı gün Bekirin yanına, Yalova'ya geçtim.
Bekir, İzmit'ten sınıf arkadaşımdı, ancak aramızdaki samimiyet, ona açılmamla birlikte daha da artmıştı. Kız arkadaşıyla beraber İzmit'teki son senemde çok güzel günler geçirmemi sağlamışlardı. Şimdi Bekir, bir arkadaşının evinde kalıyordu. Ben de üç gün orada kalacak, doğumgünü olduğu gün Bekirle beraber Yalova'ya geçecek, oradan da Ankara'ya gidecektim. Eve geldiğim günün gecesinde, evde kalan diğer çocuğun üç arkadaşı kalmaya geldiler. Onların da okulları bitmiş, evlerini boşaltmışlardı. İşte o zaman tanıştım onunla.
Bu dünya düzeni neden böyle? Gay olmanın belki de en kötü yanı, gay olmayan bir erkekten hoşlanmak olsa gerek. Bunu birçoğumuz yaşamışızdır. Ona ulaşamazsın hiçbir zaman, bu gerçek içine oturur. Sevgilin olmasını hayal edersin, hiçbir zaman senin olamayacağını bilsen bile.
Daha iki gün önce tanışmış olmamıza rağmen o, ilk gördüğüm anda çok dikkatimi çekmişti. Şu anda karşımda tavla oynuyor. Aramızda hiçbir zaman kısa veya uzun hiçbirşey olmayacağından adım kadar eminim. Omzuna elimi atıp, yüzümü sırtına yasladığımda, duyduğum kokusu tek tesellim oldu. Zaten yarından sonra belki de bir daha hiç görmeyeceğim onu. Ama olsun, böyle yaşamak hiç adil değil. Ben ona neden ondan hoşlandığımı söyleyemiyorum? Onun sevgilim olmasını istediğimi neden söyleyemiyorum? Çünkü gizli bir şekilde yaşamak zorundayım.
Kısa kesilmiş saçları, içten, ta derinden gülen, ışıl ışıl parlayan, gülümsediğinde incecik bir çizgiye dönüşen güzelim kahverengi gözleri, uzun kirpikleri, top sakal oluşturucak kadar çıkmayan ancak kirli sakal denebilecek kadar yoğun sakalı, bana göre kusursuz vücudu, ki sıcaktan dolayı üstsüz dolaşması onu çok daha iyi incelememi sağlıyor, beni baştan çıkartıyordu.
Gece ona sarılarak uyumak o kadar iyi gelirdi ki bana. Onu sevmek isterdim, ona "Sevgilim" diyebilmek isterdim. Ancak bu platonikten öteye gitmezdi. Birinden bu kadar etkileneceğimi hiç düşünmemiştim. Sohbet ettiğimiz zamanlarda, bana bakıp sıcacık bir şekilde gülümsemesi, gözlerimin içine bakması çok hoşuma gitmişti. O beni "İyi bir arkadaş adayı" olmaktan öte bir yerde görmüyor da olsa, yine de onu tanıdığım için memnundum. İçimdeki bazı duyguların yeniden alevlenebileceğini göstermiş oldu o bana. İşte bu günlerde, yaşadığımı anladım.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Bölüm 14 - Güle Güle Sevgilim

"Aramızda olanları kimseye söyleme yoksa beni bir daha göremezsin." dedi bana. "Tamam." dedim. Hâlâ inanamıyordum. Sevgilimi bir an için de olsa geri kazanmış ve şimdi yine kaybediyordum. İşe gidecekti artık. Hazırlandıktan sonra kapıya kadar yanında gittim. Çıkarken sıkıca sarıldı bana, gözlerimin içine baktı ve öptü beni. Biliyordum bunlar sondu. Sonra tekrar eskisi gibi olacaktı. O işe gittiğinde ben de arkadaşım Muzaffer'le görüşmek için dışarı çıktım. Buluştuğumuzda yabancı olduğun bir yerde bir dostu görmenin verdiği sevinci yaşıyordum.
Bir cafede oturduk, uzun uzun sohbet ettik. Dertleştik. İlişkimin gidişhatından az çok haberi vardı ancak güncel meseleler ve özellikle sabah yaşadıklarımızdan bahsetmedim Muzaffer'e. Yaşadığım bir anlık mutluluğu paylaşmak istesem de, ona bir söz vermiştim. Eskişehir'de olduğum duyulsa, yeni ilişkisi zarar görebilirdi. Umrumda mıydı? Değildi aslında. O'nun benden başkasıyla mutlu olabileceği fikri hiçbir zaman inandırıcı gelmeyecekti bana.
Eğer Eskişehir'e bir daha gelirsem, o zaman görüşme dileklerimle ayrıldım Muzaffer'den. Onunla buluşacaktım. Telefon etti, işten çıktığını, az sonra yanıma geleceğini söyledi. Buluştuk. Yemek yedik. Dün sabahki soğukluğu yoktu artık. Sıcaktı, hatta ben orada olduğum için mutlu olmuş gibiydi. Ama duygularını hiç belli etmiyordu. Bana merhamet göstermesi, sadece eski sevgilisi olduğum içindi belki de. Yemek yerken, Olcay'la gelecek planlarından bahsetti. Birlikte yapmayı hayal ettiğimiz şeyleri onunla yapacaktı belki de. Başka biri olsa bunca olaydan sonra hâlâ O'ndan birşeyler ummazdı ama işte O'nu deliler gibi seven ben, kendime engel olamıyordum. Bazı şeyleri mantığım almasa da, kalbim yapmamı söylüyordu. Hep kalbimi dinledim. "Elimden geleni yaptım, artık herşey O'na bağlı" dedim hep kendi kendime.
Dönüş vaktim yaklaşıyordu. Hava çok soğuk olduğundan, kulaklık almak için bir dükkana girdik. Bana da alacaktı ancak ben "Gerek yok" dedim. Hâlâ beni düşündüğünü, önemsediğini biliyordum. Bu, içten içe umutlanmamı sağlıyordu. Eve dönüp, eşyalarımı hazırladıktan sonra birlikte evden çıktık. Beni servise bindirecekti. Servisi beklerken son bir konuşma yaptık. "Seni bir daha görebilecek miyim?" diye sordum. "Bilmiyorum." dedi. Vay be! Hayatımın geri kalanını etkileyecek Eskişehir ziyaretim, sona eriyordu. Evet, yapmak istediklerimin hepsini yapmış, tüm istediklerimi gerçekleştirmiştim. O'nu görebilmiş, söylemek istediklerimi söyleyebilmiştim. Artık herşey O'na bağlıydı. Sevgilisinden ayrılsa da ayrılmasa da en azından içim rahattı. Elimden geleni yapmıştım. Üzgündüm aslında, çok üzgündüm. Belki de O'nu bir daha göremeyecektim. Olsun, tüm yaşadıklarımız güzeldi. Kötü günlerimizi hatırlamıyordum bile. "Kendine çok iyi bak" dedim. O'nunla vedalaştıktan sonra servise bindim ve son iki günümü dolduran bir dönem böylece kapanmış oldu.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Bölüm 13 - Bunun Adı Aşk

Uyandığımda henüz işe gitmemişti. Hâlâ yataktaydı. Aynı zamanda kalktık. "Bir şeyler yiyelim." dedi. O gün işe biraz geç gideceğini söyledi. Ne güzel, en azından O'nu gitmeden biraz daha görebilecektim. Çünkü gece İzmit'e geri dönecektim. Odada otururken dolabını karıştığım için bana kızdı. Bir şey diyemedim tabi. Her ilişki kendi içinde farklıdır ancak O'nun Olcay'la olan ilişkisi bana çok suni, çok saçma geliyordu. Zaten O'nu benden başka herhangi biriyle düşünme fikri üzerime bir silahın şarjörünü üzerime boşaltmakla eşdeğerdi.
Evde kalan diğer adam işe gitmiş, O'nunla baş başa kalmıştık. İçeride televizyon izliyorduk. O sırada Olcay aradı ve O, onunla konuşmak için başka odaya geçti. Bu sahneyi görmektense, karanlık, soğuk ve eski bir tabutun içinde günlerce kilitli kalmayı tercih ederdim. Gerçi bunun gibi durumlarla karşılaşacağımı bilerek gelmiştim Eskişehir'e. Güçlü olmalıydım. Yanına gittim. Geldiğimi görünce başka bir odaya geçti. Eskiden ikimiz konuşurduk telefonda uzun uzun. Şimdi ise başkasıyla konuşuyor, başkası O'nu güldürüyordu. Bu dayanılamaz bir görüntüydü. Daha fazla duramadım ve odasına gidip yatağına uzandım. Uyumak istiyordum sadece, güzel şeyler hayal etmek, hâlâ beni sevdiğini düşünmek, hayatımın geri kalanında hep yanımda olacağını düşlemek...
Telefon konuşması bitmiş, odaya gelmişti. Aniden, hiç beklemediğim birşey oldu. Oturduğu yerden kalktı ve gelip yanıma uzanıverdi! Vücutlarımız birbirine dokunmasa da, nefesini hissedebiliyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlarken, ellerim terden sırılsıklam olmuştu bile, derken vücudunu, O'nu arkamda hissedebileceğim kadar
bedenime yaklaştırdı. "Beni son bir kez istiyor musun?" diye sordu. "Ne yapıyorsun?" dedim kalkarak. O da hemen benden uzaklaştı ve "Haklısın, boşver" dedi. Ancak bu sözler sadece ağzından çıktı, çünkü gözleri gözlerimin içine bakıyor ve kendini zar zor tuttuğu çok belli oluyordu. Ne yapmalıydım? Sevgilim, sonunda gururunu yenmişti galiba. Olmayacağını bildiği bir şeyin peşinden gitmekten vaz mı geçmişti? Ama o zaman neden "son kez" demişti? Galiba bu şekilde ayrılmak istemiyordu. Ben zaten O'nunla barışmaya, O'na doya doya sarılmaya gelmiştim. Evdeki hesap çarşıya uymamıştı.
Derken beni öpmeye başladı ama bu çok kısa sürdü zira aniden kendini geri çekti ve "Ne yapıyorum ben? Benim bir sevgilim var" dedi sesli olarak. "Hayır, senin sevgilin benim, diğer kişi için kendini tutma n'olur" dedim. O'nunla beraber olma arzusu kaplamıştı her yerimi. O'ndan hiç beklemediğim ancak oradaki tüm zamanım boyunca umduğum şekilde davranıyordu. Tekrar beni öpmeye başlamıştı. Deliler gibi, sanki ilk defa öpüşüyormuşçasına öpüyorduk birbirimizi. Yanlış birşey yaptığımı düşünmüyordum, hâlâ da düşünmüyorum. O'nu ölesiye özlemişken, bu kısa zamanda O'na doyabilmem imkansızdı. İnanamıyorum, sanki dünkü o buz dağı gitmiş, eski sevgilim geri gelmişti. Sanki o kötü olaylar hiç yaşanmamış, aramıza üçüncü bir kişi hiç girmemişti. Biliyordum, bu istisnai bir durumdu. Dünyalar benim olmuştu sanki.
Aşık olduğum insan, bu kadar şeye rağmen yine kollarımın arasındaydı ve çok kısa bir süreliğine de olsa yine eski günlerimize geri dönmüştük.

28 Haziran 2009 Pazar

Bölüm 12 - Üçüncü Kişi

Ben yatağında oturuyordum, O da karşımda, yerde otururken aynı zamanda laptopuyla ilgileniyordu. "Neden böyle oldu? Niye böyle yaptın?" diye sordum ilk başta. Geldiğimden beri devam eden soğukluğu, belki beni görmesiyle birlikte azalır diye umarken, gitgide artmaktaydı. Karşılıklı konuşmamız, bir ağız dalaşına dönüşüyordu. "Ne yapmalıydım? Seni unutmam gerekiyordu." dedi. Beni unutmak zorunda değildin, tekrar beraber olabilirdik gibi cümleler kurmam, O'nu etkilememişti.
En çok kızdığım nokta, belki de aramızda çözeceğimiz bir meseleye üçüncü kişileri dahil etmesiydi. Emindim, adım kadar emindim beni sevdiğine. Konuşurken O'na "Aşkım" diye hitap ettikçe, "Bana aşkım deme." diyerek sinirleniyordu. Aşkımdı benim hâlâ, sevdiğim kişiydi. Hayatında başka biri olsa da ben onu çok seviyordum. O'na arkadaşımmış gibi davranamazdım. Dakikalar geçtikçe, konuşmak zorlaşıyordu. Boğazıma düğümlenen cümleler, yutkunduğumda gözyaşlarımı tetikliyordu, derken ağlamaya başlamıştım. Bir yandan içimdekileri ortaya döküyor, bir yandan da O'nun ağzından çıkacak olumlu bir cümleyi bekliyordum. "İlişkimize neden üçüncü bir kişiyi dahil ettin?" diye sorduğumda aldığım cevap, daha fazla söylenecek birşey olmadığını anlatıyordu sanki bana. "Artık üçüncü kişi sensin." demişti.
"Ben seni çok seviyorum, geçmişte çok hatalı davrandım, belki şu an bir önemi yok ama yine de çok özür diliyorum. Böyle olsun asla istemezdim, n'olur bir şans daha ver bana." diye ağlıyordum. O'na olan sevgim, kocaman sevgim, gözlerimi bağlamıştı yine. "Beni sevmediğini söyle, istemediğini söyle, o zaman ısrar etmeyeceğim." dedim. Sustu, hiçbir şey söyleyemedi. Hıçkırarak ağlamak, nefes almamı bile zorlaştırmış, gözlerimden akan yaşlar gerçek manasıyla bir sele dönüşmüş, yüzümü ıslatmaktaydı. Hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum. Normalde içimden gelmedikçe ağlayamayan biriyim. Benden bir süre sonra O da ağlamaya başlamıştı. "Ne kadar üzdün beni haberin var mı?" diyordu. İkimiz de çok üzülmüş, çok yıpranmıştık gerçekten de. Yine de O'na söylediğim gibi, ne gerek vardı bir başkasını bulmasına, zorlama bir ilişki yaşamasına? Belki de ilişkimizin yürümeyeceğinin benden çok daha önce farkına varmıştı. Belki de bendeki devam etme gücü O'nda artık kalmamıştı. Bilmiyordum. "Ben aynı durumda olsaydım, çok pişman olurdum. 'Neden yeni birisini buldum? Neden seni beklemedim?' derdim kendi kendime." dedim. "Şimdi pişman olmayacak mısın yaptıklarından?" diye sorduğumda cevap olarak "Senin yeni bir sevgilin olsa sen beni evine bile almazdın" dedi. Sevgi, seviyor olması. O'nda bu işareti hep yakaladım. O beni sevdiğini, beni önemsediğini her zaman bir şekilde hissettirdi bana. Zaman geçtikçe bunu hissedemez oldum. Yanlış işaretler aldım. Yapacak birşey kalmamıştı.
"Senden son birşey isteyebilir miyim aşkım?" dedim ağlayarak. Bana baktığında "Sana son bir kez sarılmak istiyorum, son bir kez." dedim. "Hayır!" dedi sertçe. Olmaz diyordu. Ağladım, yalvardım, "Başka birşey yapmayacağım sadece sarılacağım." dedim. Bu isteğimi geri çevirmemesini söyledim. Birkaç dakika süren ısrarımın ardından, O da istiyor olmalıydı ki, ayağa kalktı ve yanıma geldi. Ben de ayağa kalktım ve kollarımı omzuna attım. Sarıldım, sıkı sıkı, sanki hiç bırakmayacakmış gibi sarıldım O'na. O, ilk başta çok soğuk ve gevşek bir biçimde sarılsa da, sonradan arttırdı dozunu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan sanki hiç ayrılmamışız gibi, sanki hâlâ sevgilimmiş gibi dolu dolu sarılıyor, bir yandan da "Neden böyle olduk biz?" diye soruyordum. Beni hâlâ sevdiğinden emin oldum o an. İnsan ancak sevdiği birisine bu kadar içten sarılabilirdi. Duyabiliyordum O'nu, "Neden bu kadar geç kaldın, beni neden bıraktın?" diyordu içindeki ses. Olan olmuştu, benim düzeltmek istediğim bundan sonrasıydı. Olcay, şimdiki sevgilisi, ona da yazık değil miydi? Esas, bize yazık değil miydi? "Tamam, bu kadar yeter." dedi ve kollarını bedenimden ayırdı.
"Sen artık beni istemesen de ben seni bekleyeceğim." dedim. "Bakalım, bu ilişkimde mutlu olabilecek miyim? Deneyip göreceğim. Ondan sonra karar vereceğim." dedi. Ne demekti bu? "Eğer olmazsa, senle tekrar deneriz." mi demek istiyordu? Bunu duymak çok acı verici olsa da, O'nu geri kazanmak için her türlü zorluğa hazırdım. Ama o zaman, hiç bu kadar zor olabileceğini düşünmemiştim.
"Ben artık gideyim." dedim. "Hayır, burada kal." diye cevap verdi. Sevinmiştim tabi. O'nu hâlâ sevgilim gibi, sanki hiçbir şey olmamış gibi görüyordum. Önceden beraber uyuduğumuz yatakta, tek başıma yatacağımı öğrendim. O kendine yerde yatak hazırlamıştı. Uyumasını izlerken sessiz sessiz ağlıyordum. O gece O'nunla beraber, O'na sarılarak uyuyabilmek için her şeyimi verirdim. O'nun kokusunu duymak O kadar iyi gelirdi ki o an. Hele bu yaşadığım üzüntüden sonra yaralarımı sarabilecek bir tek O vardı. Sanki yanında yatıyormuş gibi huzurlu ama O'na bir daha asla dokunamayacakmış gibi harap olmuş bir biçimde uykuya daldım.

27 Haziran 2009 Cumartesi

Bölüm 11 - Kapatılmamış Dosyalar

Otobüsten iner inmez, hemen tramvaya atladım. Daha önce Eskişehir'e geldiğim için, evinin yerini biliyordum. Ancak acele etmem gerekiyordu. Zaman ilerliyordu ve eğer işe gitmeden önce yetişemezsem görüşemeyebilirdik. Tramvaydan indiğimde neredeyse koşar adım ilerliyordum. Yaklaşık on dakikalık heyecanlı bir yürüyüşün ardından evine vardım. Telefonuna mesaj atıp kapının önünde olduğumu söyledim. Acaba evde mi diye düşünürken apartman kapısı açıldı. Koşa koşa merdivenleri çıktım. İşe beraber gittiği adam kapıda çıkmak için hazırlanıyordu. Derken arkada O'nu gördüm. Adam hazırlanıp aşağıya indi ve ben de içeri girdim. Şaşkındı, bembeyazdı ve buz gibiydi. Gerçekten O'nu hiç bu kadar şok olmuş bir halde görmemiştim. "Hoşgeldin demeyecek misin?" dedim. "Hoşgeldin" derken O'na sarıldım ancak o ellerini atmadı. "Neyse benim çıkmam lazım, sen evde takıl" dedi ve işe gitti.
Koca evde tek başıma kalmıştım. Seviniyordum. Çünkü en azından O'nu görebilmiştim, konuşamamıştık belki ama en azından akşam geldiğinde konuşabileceğimizi düşünüyordum. Telefonuna bir mesaj attım. "Geldiğime sevinmedin mi?" yazmıştım. "Hayır, neden geldin ki her şeyi mahvedeceksin." diye bir cevap geldi. "Ben aramızı düzeltmek için geldim." dedim. "Bunun için çok geç." cümlesi geldi cevap olarak. İstemiyorsa gidebileceğimi söyledim. Gitmememi, O'nu beklememi söyledi. Bekleyecektim. Sonuçta buraya O'nun gerçek düşüncelerini öğrenmeye gelmiştim, neler hissettiğini, neden böyle davrandığını. O'nun sevdiğim bir özelliği vardı aslında. Ayrılmış bile olsak bana asla "Seni görmek istemiyorum, çek git!" tarzında cümleler kurmamıştı. Evinde birkaç saat geçirmeme izin vermesi iyiye işaret miydi? Yoksa geçmişte yaşadıklarımızın hatrına mı böyle davranıyordu? Çünkü en küçük iyiliği bile bana umut olmaya yetecekti.
Akşam olmasını beklerken, zaman geçirmek için evi toplayıp temizlik yaptım. Dolabını düzenlerken sevgilisinin O'na yazdığı notları buldum. Aslında karıştırmamam gerekiyordu ama ben O'nun şu an benim sevgilim olmadığı gerçeğini henüz kabullenememiştim. Kabullenemeyecektim de. Daha sonra yaptığımın yanlış olduğunu anlayıp, okuduğum notu yerine koydum. O'nu bir şekilde etkilemeli, tekrar bana dönmesini sağlamalıydım. Bu zamana kadar neden bekledim? Neden inatçı bir keçi gibi davrandım? Hatalıydım ama tek suçlu değildim. O'na sevdiği yemeği pişirdim. Derken, adamla birlikte geldiler. Sabahki gibi, soğuktu. Sıcak davranmasını beklemiyordum. Sadece benimle konuşmasını istiyordum. Odada O'na bundan bahsettiğimde "Biraz içeride oturalım sonra konuşuruz." dedi.
İçeride otururken kafamda söyleyeceğim cümleleri düşünüyordum. Bir süre sonra beklemekten öylesine sıkıldım ki, odaya geçtim ve oturmaya başladım. İçimdekiler beni rahat bırakmıyordu çünkü. Vereceği cevaplar hep aklımı kurcalıyordu. Üzerimdeki baskı, hayatımın geri kalanın bu geceye bağlı olduğunu söylüyordu bana. Az sonra yanıma geldi ve nihayet konuşmaya başladık.

Bölüm 10 - Paramparça

Antalya'ya yaptığım ziyaret, bana geçen sene yaşadıklarımı hatırlattı. Hayatımdaki en zor zamanlardan birine girdiğim bir dönemdi. O'nunla yaşadıklarımız, sona yaklaştığımızı gösteriyordu.

Okulumun bahar dönemi başlamış, ben de İzmit'e dönmüştüm. Artık ne arıyor ne de mesaj atıyordu. Son mesajlaşmamızdan beri ben de O'na yazmıyordum. Yazmayacaktım da. Tanışalı iki seneyi geçmişti ancak güvendiğim sevgimiz artık bizi kurtaramaz hale gelmişti. Hareketleri de bunu sanki kanıtlar nitelikteydi. Bana gururumu ezip geçmeyi öğreten kendisi, gururuna yenilmişti. Bekledim, günlerce, gecelerce bekledim mesaj atmasını, aramasını. Nafileydi.
Sevgililer günü yaklaşmıştı. Eğer arayacaksa, o gün kesin arar diye kendi kendimi kandırmaktaydım. Diliyordum, umuyordum ve çaresizce bekliyordum. Bu sırada içimde patlayan volkanlar, korların üstünde yürür gibi içimi yakıyordu. Yarın ne olacağını bilmemek, O'ndan kopmak isteyip de bir umut da olsa haber geleceğini düşünmek çok acı vericiydi. Aklımda binbir soruyla, günlerim geçerken, arkadaşım Mehmet, durumdan haberdar olduğu için, biraz değişiklik olsun diye beni dışarı çağırdı. Biraz da olsa çıkıp gezmek iyi gelmişti. Oturup konuştuğumuz sırada, Mehmet'ten öğrendiğim haberle yıkıldım.
"O'na sevgililer gününe kadar şans veriyorum, o zamana kadar aramazsa, artık ben de kendi yoluma gideceğim" dediğimde, Mehmet'in yüzündeki ifadenin değişmesinden anlamıştım birşeylerin ters gittiğini. İlk başta söylemek istemese de, ısrarım sonucu öğrendim bildiklerini. O, belki barışmak ister, yaşadıklarımızdan dolayı üzgün olduğunu söyler diye beklediğim O, yeni birisini bulmuştu! Ne kadar aptalım! Ne boş hayaller, ne imkansız düşünceler peşindeymişim meğer. Duyduklarımla yıkılmıştım, başımdan aşağı dökülen kaynar sular beni paramparça etmişti. Boğazıma düğümlenen soruları tek tek Mehmet'e sorduktan sonra olayın ayrıntılarını da öğreniyordum. Nasıl yapabilirdi bunu? Son mesajlaşmamızın üzerinden sadece birkaç hafta geçmişti. Ne çabuk bulmuştu yeni bir sevgili? Ne çabuk atlatmıştı ayrılığı? Üstelik sevgilisi, arkadaşım Mete'nin yıllar önce tanışıp bana bahsettiği kişiydi. O'nunla bu çocuğu asla ama asla beraber düşünemiyordum. Olamazdı.
Eve döner dönmez, O'nu engelleyip sildiğim facebooktan, çok uzun bir mesaj yolladım O'na. Tüm içimdekileri kustum, tüm kinimi ortaya döktüm, canımı acıtan en küçük ayrıntıyı bile yazdım. Ağlıyordum, bağırıyordum. O'nun umrunda bile olmadığımı bilmek, beni harap ediyordu. Derken, O'ndan cevap geldi. O da yazmıştı uzun uzun. "Sevgilim olduğunu öğrenince mi bana mesaj atıyorsun, bu zamana kadar aklın neredeydi?" yazmıştı. "Seni çok bekledim ama gururun ilişkimizi bitirdi. Şimdi çok mutluyum, yüzüklerimizi bile aldık" demişti. Ne demekti bu şimdi? Cümlelerini okudukça, duvarlar üzerime yıkılıyordu sanki. O an ölsem daha iyiydi. Yüzük almak neydi ya? Çok mutluyum ne anlama geliyordu? Birkaç yazışmadan sonra, beni engellemiş, O'na ulaşamaz olmuştum. Okuduklarım, öğrendiklerim, bana ileriki günlerin çok ama çok kötü geçeceğini haber veriyordu. Acım, nefes almamı bile zorlaştırmıştı. Nasıl sakinleşeceğimi bilmiyordum. Sakinleşemiyordum, dayanamıyordum. O'ndan neler beklerken, O tam tersini yapmıştı. Yaptıklarının aklımın ucundan bile geçmemesi, yaşadığım şaşkınlık ve tarif edilemez üzüntünün dozunu onlarca kat arttırmıştı.
Bir akşam arkadaşım Bertan'la konuşup, olanlardan bahsettiğim sırada, bana söylediği şeylerle şok oldum. Geçen hafta Eskişehir'de olduğunu, O'nunla iki gece görüştüğünü, ikinci görüşmelerinde yanında Olcay'ın da olduğundan bahsetti. Tabi ben bu durumu öğrenince Bertan'ı soru yağmuruna tutmuştum. "Ne durumda? Sağlığı nasıl? Benden bahsetti mi?" gibi soruları sorarken, alacağım cevaplar da beni korkutuyordu aslında. Yeni bir ilişkiye başlamaktan korktuğunu söylemişti Bertan'a.
O'na ulaşmak için artık telefonuna mesajlar atıyordum. Ama hayır, saçma sapan şeyler değil, O'na gerçekten söylemek istediğim şeyleri yazıyordum. Hiçbirisine cevap vermiyordu. Etkili olacağını düşündüğüm, ilişkimizin en başından beri yaşadığımız güzel anıları özetlediğim upuzun mesajım bile karşılıksız kalmıştı. En sonunda "Sana son birşey soracağım, sonra seni rahatsız etmeyeceğim" yazdım ve beni sevip sevmediğini sordum. Cevap geldi. "Seviyorum ama sadece arkadaş olarak." demişti. "Peki, onu seviyor musun?" yazdığımda ise "Evet, Olcay'ı seviyorum" yazdı. Diyecek birşeyim yoktu artık.
Aynı hislerle, her biri birbirinden kötü ve acı verici günler geçmeye devam ederken, kendime engel olamayıp telefonuna attığım mesajlara da artık cevap gelmiyordu. Birşey yapmalıydım çünkü bu duruma katlanamıyordum. Ne yapabilirdim ki? Artık bir sevgilisi vardı, belli ki beni istemiyordu. Yok, bu doğru olamazdı. Aksini ispatlamalıydım, bir şekilde yapmalıydım. Çok ani bir düşünceyle, Eskişehir'e gitmeye karar verdim. Hiçbir arkadaşımın bu durumdan haberi olmayacaktı. O'nun Eskişehir'de olduğundan bile emin değilken, yanında yeni sevgilisinin olup olmadığını bile bilmiyorken ya da beni görmek isteyip istemeyeceğini düşünmeden, gözümü karartıp gidecektim. Oradaki arkadaşım Muzaffer'e haber vermiştim bir tek. Yolunda gitmeyen birşey olursa ve gece yanında kalmak için Muzaffer'i arayacaktım. Gece otobüse bindim. Günün ilk ışıklarıyla Eskişehir'e indiğimde, zor saatler beni bekliyordu...

26 Haziran 2009 Cuma

Bölüm 9 - Geçmişten Gelen

Hastaneden çıkıp geri dönüş biletimi almaya giderken, hastanede beklerken aklıma giren çılgın bir düşünce irademi zorluyordu. O'nun evi bulunduğum yere çok yakın sayılırdı. İzmir'e dönmeden önce evlerine gidip O'nu görebilme şansım vardı. Deli miydim? Bu kadar yaşanan şeyden sonra, bir de O'nu görmeye mi gidecektim? Belki evde olmayacaktı ya da yanında yerimi dolduran yeni kişi olacaktı. Kafam ve kalbim arasında kalmıştım. Son kez vedalaşamamıştık bile. Ne önemi var, sonuçta bitmişti. O'nu en son 6 ay önce görmüştüm. O'nu görmeye gitsem ne değişecekti? Kendime daha fazla acı çektirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Saplanıp kaldığım düşüncelerden kurtulmamı bir kademe daha zorlaştıracaktı. Başka biri olsa O'na karşı çoktan kin besleyip, adını her duyduğunda şuursuzca küfür edebilirdi. Ben yapamıyordum. Bana hayatımın en büyük üzüntülerini yaşatmış olsa da, O'na karşı hissettiklerim tamamen bitmemişti. Kahretsin ki, kendime söz geçiremiyordum çoğu zaman. Bu sefer biraz daha iradeli davranmalıydım. Bileti aldım. Otobüs saati çok yakındı. Evine gidecek vakit kalmadığı için İzmir'e döndüm. Yok, yok en iyisi böyle olmasıydı.
Eve döndüğümde, aileme durumu anlattım. Sevk işlemleri için babam askeri hastane baştabipini aradığında, ameliyat olmama gerek olmadığını söyledi. Bu duruma sevinmiştim. Bu kadar olayın üzerine bir de ameliyat çıksaydı dayanamazdım. Askerlik işlemleri haftaya kalmıştı artık. Bilgisayarın başında oturmuş dururken, telefonum çaldı. Arayan O'ndan başkası değildi. Şoktaydım. Bana en son mesaj atmasının üzerinden tam tamına üç hafta geçmişken araması beni gerçekten çok şaşırtmıştı.
Telefonu açtığımda ilk söylediği "Geçmiş olsun" oldu. "Sağol da neden?" dedim. "Ameliyat olmuşsun" dedi.
Haber ne de çabuk yayılmıştı. Üstelik daha ameliyat bile olmadan! O'nun bir arkadaşına durumdan bahsetmiştim. Galiba ondan duymuştu. Gülümsedim. Ameliyat olmadığımı söyledim. "Aslında olacaktım ancak olmasam da olurmuş" dedim. Askerlik işlemleriyle uğraştığımı, hatta bu yüzden Antalya'ya gittiğimi anlattım. "Sanırım askere gitmeyeceğim" dedim. Dayanamayıp "İşim erken bitseydi sana da uğrayacaktım, ancak hemen dönmem gerekiyordu" dedim. O da işten ayrılmış, artık evdeymiş. "Haftaya tekrar Antalya'ya geleceğim" dediğimde, "Geldiğinde ara" dedi. Görüşecek miydik? Görüşmemeliydik. Neden böyle dedim ki? "Bakarız" dedim ve sonra kapattık telefonu. Neydi şimdi bu? Tamam, düşünüp araması belki güzel birşeydi. Mezuniyetimi tebrik etmemişti ama konu sağlık olunca daha hassas demek ki. "Beni bir daha arama" diyemedim. Belki bir gün yazdıklarımı okursa, o zaman anlar.
Dün gündüz biraz kestirmek için yattığımda, rüyamda O'nu gördüm. Uzun zaman olmuştu rüyama girmeyeli. Uyandığımda yüzümde anlamsız bir gülümseme vardı. Bazen O'na o kadar uzak oluyordum ki, her şeyi çoktan atlatmış gibi hissediyordum. Ama böyle zamanlarda, sanki hiç ayrılmamışız gibi hissedebiliyordum. Hazır hastaneye gitmişken bir de psikoloğa mı görünmeliyim?

Bölüm 8 - Asker Misin?

Mezun olup, İzmit'teki evimi de boşalttıktan sonra, artık İzmir'de, ailemin yanında kalıcaktım. Askerlik işlemlerini bir an önce başlatmak için şubeye gittim. Yedi sene önce geçirdiğim bir kaza nedeniyle askere uygun görülmeyebilirdim. İşler düşündüğüm gibi yürümeye başladı. İşlemleri başlatıp, sağlık muaynesi aşamasına geldiğimde, sağlık ocağındaki doktor beni askeri hastaneye sevk etti. Ertesi gün hastaneye gittiğimde, gitmem gereken iki kısım vardı. İlk kısıma gittiğimde, bir tahlil yapılması gerektiğini söylediler. İlk defa askeri hastaneye geliyordum. Her konuştuğum kişi "Asker misin?" diye soruyordu. Tahlili yaptırdıktan sonra doktorlar bir karara varamadılar. Daha ayrıntılı sonuç veren bir cihaza ihtiyaç duyulduğunu, bu cihazın da Antalya'dadaki hastanede olduğunu söylediler ve beni oraya sevk ettiler. Ayrıca tahlil sonucunda çıkan bir olumsuzluk nedeniyle, teknisyen "Ameliyat olman gerekiyor" dedi. Bu durum beni biraz üzdü aslında. Durup dururken nerden çıkmıştı şimdi bu? Gerçi küçük bir operasyon olacaktı ama ameliyat sonuçta.
Hastaneden ayrılmadan önce ikinci kısımda da muayene oldum. Oradaki doktor durumumdan dolayı erteleme alabileceğimi anlattı. Ancak önce Antalya'daki işimi halletmemi, eğer bir sonuç çıkmazsa tekrar uğramamı söyledi. Devlet işlerini, sevkleri, evrakları oldum olası hiç sevmem. Ancak işin düşünce uğraşmak zorunda kalabiliyorsun. Antalya'ya gidecektim!
Eve döndüğümde ameliyat olmam gerektiğini aileme bahsettim. Babamla hemen evimizin yakınındaki hastaneye gittik. Babamın bir doktor arkadaşıyla görüşecektik. Orada da tahlil yapıldıktan sonra ameliyat olmam gerektiğini söyledi doktor. Ama önce şu Antalya'daki hastane işini halletmeliydim. Gece otobüse bindim. Sabah Antalya'ya indiğimde, hemen hastaneye gittim. Birkaç saat boş boş bekletilmemin ardından sonunda doktorla görüşebildim. Hastanenin yanlış sevk ettiğini söyledi, aslında İstanbul'a sevk edilmem gerekiyormuş. Hastanedeki tahlil yapılacak cihaz bozukmuş. Bende şans olsa zaten. İzmir'deki hastaneye tekrar gitmemi ve bu durumu anlatmamı söylediler. Yani Antalya'ya boşu boşuna gelmiştim.

25 Haziran 2009 Perşembe

Bölüm 7 - Ayrı Zamanlar

Okulumun ilk dönemi sona ermiş, İzmir'e, ailemin yanına dönmüştüm. Bu sırada O'nunla ayrılığımız kesinleşmişti. Bitmez sanıyordum, bitmişti. Tabi sadece görünüşte. Yoksa aklımdan hiç çıkmıyordu. O'na ne kadar kızarsam kızayım, yine de geri istiyordum. Delicesine geri istiyordum O'nu. Olmazdı, imkansızdı. Bu günlerde yazdığı mesajlarla birbirimizi çok daha fazla kırdık. İletişim kurmaya çalışsak da, derdimizi birbirimize anlatamıyorduk bile. Karşılıklı bağırışmaktan başka birşey yapmadığımız için, artık telefonda bile konuşmuyorduk. Mesajların hepsi kin ve nefret dolu hatta bazıları hakaret içerikli bile oluyordu. Tanıyamıyordum. Biz gerçekten bu muyduk?
O'nsuz yaşam nasıl olacaktı? Hayatımdan çıkması beni nasıl etkileyecekti? Bu sorunun cevabını o zamanlar asla öğrenemedim. Hele üç gece ard arda rüyamda O'nu gördüğümde, ne yapmam gerektiği konusunda gerçekten tam bir şüphe içine düştüm. Sarıldım, O'na sıkıca sarıldım, bırakma beni diye yalvardım. "Bırakmam" dedi, sevindim. Uyandığımda rüya olduğunu anladım. Ağladım, bağırdım, düşündüm. Bu rüyaların bana bir mesaj vermeye çalıştığının çok sonra farkına vardım. O rüyalardan sonra O'nu arasaydım, her şey çok farklı olabilirdi. Üzücü olayların büyük bir kısmı yaşanmayabilirdi. Olayları değiştirmek benim elimdeyken, bu fırsatı kullanmadım. Pişman olduğumda ise çok geç olmuştu. Neden böyle davrandığına bir anlam veremiyordum. Mantıklı bir açıklama yapamıyordum kendime. Değişmişti. O hiçbir zaman kabul etmese de, Antalya'ya döndükten sonra çok değişmişti. Yeni edindiği arkadaşlar, içine girdiği yeni ortamlar, O'nun gözünü boyamaya yetmişti.
Birkaç günlüğüne Antalya'ya, gezmeye gitmiştim. Yıllar sonra ilk defa O'nsuz Antalya'daydım. İçimde bir hüzün, O'na mesaj attım. "Keşke sen de burada olsaydın" yazdım. Yine anlaşamadık. Beni sinirlendirecek bir dolu cümle yazmıştı yine. Kesin kararımı vermiştim. O değişmedikçe, ilişkimizin bir şansı olduğunu düşünmüyordum. İlk adım olarak da bazı arkadaşlarıyla artık görüşmemesini istiyordum. Şiddetli bir şekilde bu isteğime karşı çıkıyordu. Tanışmamızın ilk aylarındaki O olsa, böyle mi davranırdı? Bana mailler dolusu güzel cümleler yazan, beni asla kırmayan, O'nu sevdiğim için yaşadığı mutluluğu gözlerinin içinden okuduğum kişi, ne kadar da farklıydı artık. Her hareketimde bir art niyet arayan, bana hiç güvenmeyen, O'na olan kocaman sevgimi görmezden gelen birine dönüşmüştü.
Antalya'dan İzmir'e dönerken, birkaç gündür beni ısrarla aramasının ancak benim cevap vermememin ardından, "Eskişehir'e gelir misin?" diye bir mesaj geldi. Ne yani, kabul etmiş miydi şartlarımı? Şartlar... İlişkide şart mı olur? O zamanlar o kadar çaresizdim ki, gözlerim bağlı, tek bir düşüncenin peşine takılmıştım. Tabi ki hayır, şartlarımı kabul etmemişti. "O zaman gelemem" dedim. Beni ezip geçmesi bana o kadar dokunuyordu ki. Birkaç gereksiz kişi için beni harcaması, canımı yakıyordu. "Duy sesimi, seni çok seviyorum" diye haykırıyordum içimden, ancak bunun bile hiçbir faydası yoktu. Anlamıyordum. O'nu anlamıyordum.