29 Temmuz 2009 Çarşamba

Bölüm 23 - Son

Okulumda son seneme girmiştim. Bu beni her ne kadar heyecanlandırsa da, bir o kadar da strese sokuyordu. Üzerimdeki büyük sorumluluk, bazen doğru düşünmemi engelliyordu. Bu dönemde, yoğun derslerim ve bitirme projem vardı. Çok yakın arkadaşım Bekir'le tanışıp samimi olmamız, proje için aynı gruba düşmemizle gerçekleşti. Grup olarak evimde toplanıp, uzun süre vakit geçirmemiz bizi birbirimize daha da yakınlaştırmıştı. Bekir'in kız arkadaşı, Fikriye'yle de bu günlerde tanıştık.
Bu günlerde çok meşgul olduğumdan, O'na yeterince zaman ayıramıyordum. O da her fırsatta bu durumdan yakınıyordu. Okulum bitmeliydi artık, bunun için uğraşıyordum. O da bunu bildiği için çok da üzerime gelmiyordu aslında. Şimdi düşünüyorum da, o günlerde okulumu biraz boşlayıp, O'nunla daha fazla ilgilensem ne olacaktı? O yine, ben ne yaparsam yapayım, kendi istediğini yapacaktı. Zaten proje çalışmamdan fırsat bulduğum bir haftasonunda, O'nun yanına gitmiştim yine. O'nunla beraber olmak tüm sıkıntılarımı, stresimi alıyordu. Yıllardır hayatımda olduğundan, O'na gerçekten çok alışmıştım. O'nun sesini duymadan bir gün geçirmek, benim için kabus gibiydi. O bu duygularımı anlamıyordu bence. Bir kişiye yoğunlaşmak, bu durumu her anında hissetmek bambaşkaydı. Beni gördüğünde gözlerinin için gülen, O'nun için birşey yaptığımda ağzı kulaklarına varan, O'nu sevdiğimi söylediğimde içinde fırtınalar koptuğunu hissettiğim kişi, yavaş yavaş uzaklaşıyordu sanki benden. Kafasında neler dolaşıyordu hiçbir zaman öğrenemedim, ilişkimiz tekrar canlandığından beri bu durumdan mutlu muydu bilemedim.
O günlerde bir "Issız Adam" furyası vardı. Sınıf arkadaşlarımla gittiğimiz film çıkışı, O'nu bir süredir görmemiş olmanın verdiği üzüntü, filmdeki melankoliyle birleşince, kendimi yine içinden çıkılmaz bir labirentte gibi hissetmiştim. Sınıftan yakın arkadaşım Feyza'yı, filmden sonra eve çağırdım. Zaten O da birkaç sokak ötede oturuyordu. O gece, Feyza'ya açıldım. O'nu anlattım, kendimi anlattım, sevgimi anlattım. Feyza'ya da, Duygu'ya da gerçekten güvenmiştim, yoksa sınıftan kimseye bu durumdan bahsetmeyi düşünmüyordum. Belki gerek yoktu ama ben pişman değilim. Arkadaşlarımı gerçekten kazandığımı düşünüyorum.
Bitirme projemizin sunumunun yapılacağı günde, O'ndan ödünç aldığım takım elbiseyi giymiş, O'nun bana aldığı kravatı takmıştım. O günkü heyecanım doruktaydı ama O'na ait birşeyi giyiyor olmak, bir şekilde sanki O yanımdaymış gibi hissettiriyordu bana. O yanımdayken çok daha güçlü, çok daha mutlu hissediyordum. Belki de bu hisleri kendi kendime abartıyordum. Duygularım, bazen benim elimdeydi. Ama çoğu zaman O'nun rüzgarına kapılıp kendimi bambaşka bir yerde bulabiliyordum da.
Yılbaşı yaklaşıyordu ve tıpkı ilk beraber geçirdiğimiz yılbaşı gibi, bunu da yanyana geçirmek istiyorduk. Eskişehir'e gittiğimde, bana aldığı son hediye olan tabu oyununu verdi. Oraya gittiğimde yılbaşını aslında birlikte geçiremeyeceğimizi söyledi. Eskişehir'deki şantiye işi artık sona ermek üzereydi ve patronu, eve bir ay daha kira vermemek için, O'na otelde kalmasını söylemişti. Madem öyle, ben de İzmit'e gidip yılbaşını ailemle geçireyim diye düşünmüştüm. Üzülmüştüm tabi, yılbaşına O'nunla beraber girmek benim için çok ayrı bir duyguydu. Çok büyük bir anlamı vardı. Hep inanırdım, yılbaşına nasıl girersen, o sene hep öyle devam eder diye. 31 aralık günü İzmit'e döndüm, yılbaşına ailemle girdim. Ancak düşündüğüm gibi, kehanet gerçek olmuştu. Bu, O'nu son görüşüm oldu.

Bölüm 22 - Yollar

Son olmasını umduğum yaz okulum başlamıştı. O Eskişehir'de, ben İzmit'te günlerimi geçirirken, bulduğum ilk fırsatta yanına gittim. Yine buluşmuştuk. Güzel vakit geçiriyorduk. O işten eve gelene kadar ben evde takılıyordum, yemek yapıyordum, dışarıda geziyordum. Eve döndüğünde, beraber yemek yedikten sonra dışarı çıkıyorduk. Bir akşam Şule'yle görüştük. İş yerinden izin aldığı bir gün beraber hamama gittik. O günü hiç unutamıyorum. Yaz sıcağında hamama gitmek pek iyi bir fikir değildi belki ama O'nunla beraber olmak, ne koşulda olursa olsun çok mükemmeldi.
İzmit'e geri döndüğümde, zaman zaman pürüzlü giden ilişkimizin bu aşamasındaki sorunları artık tek başıma aşamayacağımı anlıyor gibiydim. Bu günlerde birileriyle konuşmaya çok ihtiyacım vardı ve uzun süredir düşündüğüm bir kararı hayata geçirmenin vakti gelmişti. Sınıftan çok yakın arkadaşım Duygu'yu akşam dışarı çağırdım. O akşam içim o kadar bunalmıştı ki birileriyle konuşmazsam patlayacak gibi hissediyordum. Duygu'ya söylemek istediğim herşeyi anlattım, zaten zamanında O'nunla da tanışmıştı. Söylediklerime çok şaşırdı, ancak beklediğim gibi olumsuz bir tepki göstermedi. Sevinmiştim, en azından beni anlayan ya da en azından artık dürüst olabileceğim birisi vardı çevremde.
Yaz okulum sonunda bitmişti ve ben soluğu yine Eskişehir'de almıştım. Stajım başlamadan önce O'nunla birkaç gün geçirmek istiyordum. Bu görüşmemizde unutamadığım anlar, sinemaya gittiğimiz zamanlar oldu. İki film izlemiştik ancak romantik olan beni derinden etkilemişti. İnsanı en çok üzen şeylerden biri, duygularının karşılıksız olması bence. O zamanlarda, bir şeylerin ters gittiğini, O'nun bana karşı soğumaya başladığını hissediyordum. Gerçi ilişkimizde durgun geçen zamanlar zaten çoktan bitmişti. O yüzden de hep diken üstündeydim. Yine de bakış açımın bu kadar dar olduğuna çok şaşırıyorum.
Olumsuz giden durumlara rağmen, O'nu sevmek her zaman çok güzel olmuştu benim için. Stajım başladığında, uygun olduğum zamanlarda telefonda konuşmamız, eski günlerimizi hatırlatırdı bana hep. O günlerden bugünlere ne değişmişti? Aslında O'nun değişmediğini fark ettim. Çünkü O ilk günden beri aynıydı. Sadece kendini o kadar gizlemişti ki, O'nu tamamen tanımama imkan vermemişti. Her geçen gün O'nu daha yakından tanıdıkça aslında neler yapabileceğini de az çok tahmin etmiştim. Ama yine de çok sığ düşündüğümün farkına vardım.
Zaman hızla geçiyordu yine. Stajım bitmişti ve ben yine Eskişehir'e gitmiştim. İlk defa çalıştığı yere gidecektim. Kocaman bir şantiye, bir sürü apartman. Etrafta çalışan işçilerden başka kimse yoktu. Artık telefonda konuştuğumuzda nerede olduğunu söylediğinde, o yeri kafamda hayal etmeme gerek kalmayacaktı. Akşamları gittiğimiz cafe, neredeyse Eskişehir'e her gittiğimde beraber gittiğimiz kuaför, hep bildiğim caddeler, artık beni Eskişehir'de yaşayan biri gibi hissettiriyordu. Yabancı değildim artık bu şehire. Bu kadar alıştığım yerden, bir gün kopmak zorunda kalacağımı hiç düşünmemiştim.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bölüm 21 - O'nun İçin

En kötüsü de artık benim olmayışı. Bir sevgilin olmaması, bir dayanağın, bir dostun, bir kardeşin, seni bugüne kadar en iyi anlayan kişi yok artık. Seni en iyi tanıyan, seninle en çok ağlayan, seni mutlu etmeye çalışan ve maalesef seni en çok üzen. O’na söylemek istediğim şeyleri kime söyleyecektim? Daha yapacağımız bir sürü şey varken neden bitmişti? Tanıştığımız ilk günden beri planlarımızı yaparken hep okulumun bitmesine endekslemiştik her şeyi. Okulum bitmişti, ama artık “Biz” yoktuk, peki şimdi ne yapacaktık? Yarım kalanlar ne olacaktı?
Sevgim, kapağı açık kalmış bir kolonya gibi günden güne buharlaşıyordu. Hislerin en acısı, artık bunların hiçbirinin bir önemi olmadığını bilmek olsa gerek. Yazdıkların, hissettiklerin, düşündüklerin, artık O’nun için hiçbir anlam ifade etmiyor. Sen, O’nun için en fazla eski sevgili olabilirsin. Bugüne kadar ne yapmış, ne söylemiş olursam olayım, sen benim için çok farklıydın. Herkesten ayrı, apayrı bir köşedeydi yerin. Kimseye böyle yazılar yazmamıştım. Kimse için bu kadar üzülmemiştim. Kimseyle bu kadar mutlu olmamıştım. Hayır, bundan sonra da olamam demiyorum ama sen benim için hep farklı kalacaksın.
Baktığım her yerde seni gördüm, her yerde karşıma çıktın. Giydiğim t-shirtlerin bana hep seni sorar gibiydi. Parmağımdan çıkartıp kutuya kaldırdığım yüzüğüm, isyan ediyordu sanki yeni yerine. Birlikte sayısız anılarımızın olduğu şehirler, en fazla da Eskişehir, canımı acıtıyordu artık. Telefonumdaki ve sana ait elimde kalan son fotoğraf, her baktığımda gülümsüyordu aynı şekilde. Kim ne derse desin bugüne kadar sana en çok özen gösteren ve seni en çok seven kişiydim, buna eminim. İlişkimiz bitti, bir şekilde, bir nedenle bitti. Hislerimi bu kadar kolay bitiremedim. İçimi en çok acıtan, canımı en çok yakan, o ilk tanıdığım senin, artık olmayışı. Bana o kadar özel hissettirmiştin ki. Dilerim ki, eğer bunları bir gün gelir de okursan, yüreğinde küçücük de olsa bir kıpırtı hissedersin. Geçmişe dair, yaşananlara dair. Çünkü bu kadar zalim olamazsın, inanmıyorum. Gerçi bugüne kadar beni hep şaşırttın, hep senden beklemediğim şekilde davrandın. Ama biliyorum bütün bunların bir nedeni var. O içi kıpır kıpır, hayat dolu çocuk, bir şeyler peşindeydi. Bense seni sevmeyi öğrenmiştim.
Seni tanıştırdığım tüm yakınlarım, seni götürdüğüm tüm yerler, artık yalnız gittiğimde hepsi birer hatırlatıcı oldu. Senle beraberken geçirdiğimiz vakitleri hatırlatıyorlar. Anılar sanki gözümün önünden geçiyor. Kafamın içindeki seslerle birleşerek, sanki elimi uzatsam tutacakmışım gibi hissettiriyorlar. Sana seslensem, dönüp bakacakmışsın gibi. Sana ihtiyacım olsa, hissedip gelecekmişsin gibi. Artık yoksun, biliyorum, bunu kabullendim. Ben seninle beraber nasıl bir insan olmuştum?
Bu yazdıklarımın artık hiçbir anlamı yok biliyorum, ama içimden geçenleri satırlara dökmek, güneşli bir bahar havasında sandalla gezinti yapmak gibi.
Birlikte dinlediğimiz, söylediğimiz şarkılar, artık bazılarını duymaya tahammül edemiyorum. Sen benim hayat tarzımdın, kendimi tanımamı sağlayan bir öğretmendin. Neler yapıp neler yapamayacağımı gösteren kişiydin. Çünkü sınırları hep sen çizdin, son noktayı hep sen koydun. Ben elimden geleni yaptıkça, beni durduran sen oldun. Sonuna kadar çabaladığımda, elimi tutmak yerine arkana bakmadan gittin bazen. Kaybolduğumda, beni derinlerden çıkartıp bana destek de oldun. Şimdilerde ise seni duyamıyorum artık. En yakınımdaki kişi kayıplara karıştı. Hiç gelmeyecek birisini özlemek, hiç olmayacak bir şeyi istemek gibi. Seninle yaşadıklarımız muhteşemdi, zaten onlar da olmasa bunları yazmak da istemezdim. Sessiz çığlıklarım son bulana kadar, içimdeki ateş sönene kadar, yağmurdan sonra güneş çıkana kadar, ben burada bunları yazıyor olacağım. Bu karışık duygular, gelip geçici hevesler gibi, elbet bir gün son bulacak. Ama anılarım, sonsuza kadar benimle kalacak.

Bölüm 20 - Deniz ve Güneş

Servise binip eve doğru yola çıktığımızda, O’nu tekrar memleketimde görmenin verdiği sevinci yaşıyordum. O yanımdayken, hayatımda hiç eksik yokmuş gibi hissediyordum. Paylaşacağımız günler, duyduğum heyecanın artmasını sağlıyordu. Eve geldiğimizde annem bizi karşıladı. Yemek yedikten sonra kardeşimin de ısrarı üzerine bilgisayarda oyun oynamaya başladık. Zaman hemen akıp geçti, yatma vakti gelmişti. O’na iyi geceler diledikten sonra odama geçtim.
Sabah erken uyanmıştık, çünkü o gün yazlığa geçecektik. Babam bizi bırakabileceğini söyledi. Önce beraber çarşıya indik, O kendine şort bakacaktı. Biraz dolaştıktan sonra beğendiği bir şortu aldık. Eve döndüğümüzde babam yola çıkmak için hazırdı. Yazlığa geldiğimizde, birkaç gün de olsa, baş başa kalacağımız fikri, içimi kıpır kıpır yapıyordu. Babam, İzmir’e dönmeden önce akşamüstü bizi yol üstündeki bir kasabaya bıraktı. Biraz dolaşacaktık. Oradan da kendine bir şort aldı. Buralardan aldığı giysilerin benim için ayrı bir önemi vardı, bu aynı önemin O’nun için de olduğuna inanırdım. Giysilere bakıp “Bunu sevgilimle beraber, memleketinden almıştık.” diye düşünüyor muydu acaba? Biraz gezdikten sonra yazlığa dönmek için minibüse bindik. Minibüs bizi yazlığın olduğu yerin birkaç kilometre ilerisinde bıraktı. Biz de geri kalan kısım için otostop çektik. Eve geldiğimizde sonunda baş başaydık.
Beraber yemek yedik, film izledik, dışarı çıktık, dolaştık, birlikte uyuduk. Kısacası her anımızda beraberdik. Bu çok güzel bir duyguydu. Kafamda dolaşa onlarca soruyu susturmuş, sadece anın tadını çıkartmaya çalışıyordum. İkinci gün beraber denize girmiştik. O’nun yaşadığı mutluluğu gözlerinden okuyabiliyordum. İlişkimizin başından beri, değişmesine dayanamayacağım tek şey O’nun beni sevmesi olurdu. O ilk günkü sevgisini hâlâ hissedebiliyordum. Sevgisinin bana hissettirdikleri, o güne kadar hiç hissetmediğim, çok özel duygulardı. Bu duyguların kaybolmasına asla göz yumamazdım.
Annem ve kardeşim, yazlıktan dönmeden önceki son günümüzde bizi yalnız bırakmak istemediği için yanımıza geldiler. Bizim için pek de bir sorun olmadı, yalnız olsak çok daha iyi olurdu ama annem ısrar edince “Gelmeyin.” diyemedim. Ertesi gün, İzmir’e dönüp, O’nun gideceği saati beklerken, çarşıda biraz vakit geçirdik. Su gibi akıp geçmişti zaman yine. Antalya’ya gitmek için O’nu otobüse uğurladığımda, O’nun İzmir’e son gelişi olacağını tahmin edemezdim. Memleketim, seni çok özleyecekti…

19 Temmuz 2009 Pazar

Bölüm 19 - Sil Baştan

Günler geçiyor, ben okuluma devam ediyordum, O da çalışmaya. İlişkimiz, yaralarını sarmıştı. Saksısı değiştirilen bir çiçek gibi hayatta kalma mücadelesi vermiş ve bu mücadeleyi kazanmıştı. Yaşanan günler çok zordu, çok kırıcıydı. Şimdi bizim o günleri unutup atlatmamız için birbirimize ihtiyacımız vardı.
Ayrı olduğumuz dönemde, İzmir'den çok yakın arkadaşım olan ve Eskişehir'de çalışmakta olan Şule'ye açılmıştım. Uzun süredir böyle bir düşüncem vardı ancak bir türlü kendimde o cesareti bulamamıştım. Şule'nin annesi aynı zamanda çok yakın aile dostumuz olduğundan, Şule ailemi çok yakından tanıyordu. Onların bu durum üzerine olası tepkilerinden, benim nasıl davranmam gerektiğinden bahsettik. O'nunla olan durumları da biliyordu. Barıştık, tekrar görüşmeye başladık derken kendimi yine Eskişehir'de bulduğum bir gün, Şule'yle O'nu tanıştırma zamanı gelmişti artık.
Şule'yle buluştuktan sonra O işten gelene kadar evde beklemeye karar verdik. Aslında heyecanlıydım sonuçta ilk kez göreceklerdi birbirlerini. Şule'yle erkek arkadaşımı tanıştırıyor olma fikri zaten başlı başına bir heyecandı. Telefonuma mesaj geldi ve O, beni alabileceğini söyledi. Şule'yle beraber çıktık, O'nun söylediği yere geldiğimizde ilk tanışma faslı oldu. Tabi işten yeni çıkmış ve yorgun olduğundan, akşam için buluşma kararı aldık ve ben O'nunla birlikte eve geldim. İşyerinden arkadaşı da evde kalıyordu. Bu bir sorun değildi tabi sonuçta biz O'nun odasında rahat olabiliyorduk. Yemek yiyip hazırlandıktan sonra, Şule'yle buluşmak için dışarı çıktık. Dış görünüşüne her zaman dikkat ettiğinden, çok iyi hazırlanmıştı bu buluşma için. Şule'yle görüşmemiz, başından sonuna kadar güzel geçti. İyi, sıcak bir sohbet sonucunda, birbirlerini sevmişlerdi galiba. Eve döndüğümüzde, O durumdan memnundu.
Eskişehir'e yaptığım birkaç ziyaretimde de Şule'yle görüşmelerimizi yineledik. Onun dışında zaman pek farklı geçmiyordu. Ben evde O'nun işten gelmesini beklerken, yemek yapıyor, ortalığı topluyordum. Olanları görmezden gelmek, sanki hiç yaşanmamış kabul etmek zorundaydım. O'nunla güzel günler geçireceğimize inandığım için, böyle davranmalıydım. Ama yine de sorunlar çıkıyordu bazen. Dolabında bulduğum, eski sevgilisine ait notları atmayı ilk başka kabul etmemişti. "Onları anı olarak saklıyorum." demişti bana. İçim burkulsa da, zorla bir şey yaptıramazdım. Daha sonraki bir gelişimde, düşüncesi değişmişti. Eski sevgilisine ait herşeyi toplamış ve atmıştı. Hatta tanıştıktan hemen sonra aldıkları, beni en derinden yaralayan yüzüğünü bile sokakta bir çöp kutusuna atıvermişti. Bence sahte bir ilişkinin sonucunda yaşananların böyle olması çok doğaldı.
Bizim ilişkimizde ise artık birbirimize malesef hiç güvenmiyorduk. Telefonu ne zaman çalsa, ne zaman mesaj gelse, sanki hep benden gizli bir işler çeviriyormuş hissine kapılıyordum. Ayrıca, barıştıktan sonra Eskişehir'e geldiğimde, Muzaffer'le buluştuğum bir gün, Muzeffer'e aramızın düzeldiğinden bahsetmememi istemişti. Böyle bunun gibi bir sürü küçük olay, beni tam bir paranoyak yapmıştı. Görüştüğü arkadaşlarına da güvenmiyordum. Beni sevse bile, aklından geçen düşünceleri tahmin edemiyordum. Her zaman bir arayış içindeydi, bunu fark etmem zor olmadı. Ancak, O'nu kaybetmemek için, çok sıkmak istemiyordum. Belki bu zamana kadar yaptıklarım O'nun egosunu baya bir kabartmıştı ama, bunları yapmasam da hep kendimi suçlayacaktım belki de. Beni her fırsatta beğendiğini söylese de, bende bulamadığı şeyleri dışarıda arayacağını biliyordum. Nitekim, sonumuzu hazırlayan bu durum, aslında ilişkimizin en başından beri belliydi. İkimiz de sadece olayları görmezden geliyorduk.
Okulum kapanıp, yaz okuluna kadar sürecek olan birkaç haftalık tatilimde, İzmir'e çağırdım O'nu. İşinden dolayı okulum varken hiç İzmit'e gelememişti, en azından birkaç gün yazlığa gider, dinleniriz diye düşünmüştüm. Zaten O da kısa da olsa bir tatili çok istiyordu. O'nu karşılamak için evden çıkıp otogara gittim. Biraz bekledikten sonra içinde olduğu otobüs perona yanaştı. Otobüsten indiğinde, O'nunla ilk tanıştığımız zaman aklıma geldi. Benim için, hiç tanımadığı biri için otobüse atlayıp gelmişti. İnandığı birşeyler vardı çünkü, hissettiği şeyler, aradığı şeyler. O'nun, ilk günkü haline dönmesi için herşeyimi verirdim, ancak bu artık imkansızdı.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Bölüm 18 - Seçenekli Hayatlar

"Senden sonra hayatım çekilmez oldu, çok mutsuzum :'( Umarım hediyeni beğenirsin." yazıyordu notta. Notu okur okumaz, sokak ortasında gözyaşlarım daha fazla dayanamadı, kalbimin içinde bulunduğu çelik kafes atmasını güçleştirecek kadar sıkıyordu beni. O, yine beni haklı çıkartmıştı aslında. Beni sevdiğini biliyordum, beni unutmayacağını biliyordum. En azından bu benden daha iyi birisini bulana kadar böyle olacaktı, bundan emindim.
Hemen telefona sarılıp aradım O'nu. Neden böyle bir şey yaptığını sordum. "Açtın mı?" dedi. "Evet, notunu okudum." dedim. Baya konuştuk, uzun süre. Beni sevdiğini söyledi yine, zaten bildiğim bir gerçeği bir kez de O'nun ağzından duymuştum. Barışacaktık, ancak anın gerçekleri yine dünyamı karartmıştı. Hâlâ sevgilisinden ayrılmamıştı. "Bu kadar zaman hep seni düşündüm, bir an bile aklımdan çıkmadın." diyen birisi neden hâlâ sevmediği birisiyle ilişkisine devam eder ki? Bu konu benim saf aklımdan yapabileceğim tahminleri aşıyordu. Sonradan anladım ki sanırım "Barışmayı kabul etmezse bari diğeriyle devam etmeyi denerim" tarzında bir mantığı vardı. Ve ben bunları düşünen biriyle beraberdim! Tekrar ilişkiye başlamayı konuşurken, o toz konduramadığı arkadaşlarıyla, özellikle bir tanesiyle, görüşmesini engellemeyeceğime söz verdirtti bana. Benim barışmak için koyduğum şartları kabul etmeyip, "Senin gözün dönmüştü, tabi ki sen daha önemlisin benim için, ama bunu fark edemezdin o sırada" diyen birisi, şimdi beni görmezden gelir gibi yine arkadaşlarını ön plana alıyordu. O zamanlar artık bunların benim için önemi kalmamıştı. Amacım sadece O'nu tekrar kazanabilmek, tekrar sevgilisi olabilmekti. Bunun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Çünkü aylarca bunun için uğraştıktan sonra, tekrar başa dönmek istemiyordum.
Yine "Aşkım" olmuştu, yine "Seni çok seviyorum." diyebiliyordum O'na telefonda. Gerçi Eskişehir'deyken O ne kadar istemese de ben ona defalarca söylemiştim bu kelimeleri. O zaten hep benim "Aşkım"dı. Bir ilişkide olmaması gereken nerdeyse herşeyi yaşamamıza rağmen, zorla da olsa, işte tekrar beraberdik. Bu sevinçli günlerin üstüne, artık Eskişehir'e gitmenin, O'nu tekrar görmenin zamanı gelmişti. O'na tekrar doya doya sarılabileceğim, "Acaba ne der?" diye düşünmeden söyleyebileceğim sevgi sözcüklerimin doldurduğu saatler başlayacaktı.
O'nu karşımda gördüğümde, beni görmenin verdiği mutlulukla gözlerinin içi gülüyordu. Artık duygularını gizlemeden yaşayabilecekti. İçinden geldiği gibi davranabilecekti. Sevgilisinden sonunda ayrılmıştı. Bu konuda O'nu pek sıkıştırmak istemediğimden, sorular sorarak üzerine gitmemeye çalışıyordum. Eski konuları asla açmayacağımıza söz verdiğimiz için, ne kadar çok merak etsem de, o günlerde aslında neler hissettiğini henüz öğrenemeyecektim. Zaten artık bir önemi yoktu, sonuçta tekrar birlikteydik. Tekrar sadece benimdi. Anlık mutlulukların adamı olarak, benden daha mutlusu yoktu o an dünyada. Yaşanan onca şeye rağmen, her biri ayrı ayrı bile ayrılma nedeni sayılabilecek olaylar silsilesinden sonra bile, bu mutluluğu yaşayabilmek, sahte bile olsa, güzeldi. O'nunla olan ilişkimiz yine çok farklı bir boyuta girmişti çünkü. Birbirimize her ne kadar güvenmeye çalışsak da, asla güvenemeyeceğimiz, sadece birbirimizi sevdiğimizi söyleyip, birlikte vakit geçirdiğimiz, aslında belki de birbirimizin bir arada değilken yaptıklarından sonuna kadar rahatsızlık duyduğumuz, bir o kadar ikiyüzlü bir ilişkinin başındaydık. O'nu seviyordum, hem de çok seviyordum. Ama bu ilişkinin suyunun çıkacağı işte bu günlerden belliydi.

Bölüm 17 - Kayıp

2008 Şubatında, çok önemli olaylarla dolu Eskişehir ziyaretimden sonra İzmit'e döndüğümde yaşadığım günleri hiç unutamıyorum.

Otobüsten indiğimde, eve gidip dinlenmeye bile vaktim kalmamıştı. Harap düşmüş bir şekilde okula gittim, çünkü dersim vardı. Aklımda dolaşan binbir düşünce, bundan sonra hayatıma nasıl yön vereceğim hakkındaydı. Evet, O'nu bekleyeceğimi söylemiştim, bekleyecektim de. Başka kim yapardı bunu? Sevdiği insanın yeni sevgilisini bırakmasını beklemek, ikinci tercih olmayı kabul etmek gibi birşeydi. O'nun yaptığı da çok acımasız ve alçakçaydı aslında. Beni yedekte tutar gibi "Bir deneyeyim, sonucu beğenmezsem senle tekrar barışırız." tarzı konuşması ve daha önemlisi benim buna itibar etmem kabul edilemezdi. Ancak o zamanlar yapabilecek başka birşey yoktu. O'nu bırakamazdım, çünkü O'nun beni sevdiğinden emindim. Aslında önemli olan benim O'nu sevmem değil miydi? Ben sevgime hep güvenmiştim, gurur falan düşünmeden sonuna kadar gitmeye kararlıydım.
Birkaç gün içinde kendimi çok ama çok kötü hissederken bulmuştum. Bu belirsiz, günler, haftalar ve belki de aylar sürecek bekleyiş beni çok yıpratıyordu. Hiçbir arkadaşımla konuşamıyordum. Muzaffer'in bana Eskişehir'deyken verdiği "Lost" DVDl'eri kurtarıcım oldu diyebilirim. Önceden hiç izlemediğim için, izlenecek bir sürü bölüm vardı. Kafamdaki sesleri susturamıyorsan, bastıracaksın. Bu düşünceyle dizi izlemeye başladığımda, dizi sırasında zamanın su gibi aktığını ve kafamdaki saçma sapan düşüncelerin yerini "Acaba bir sonraki bölümde ne olacak?" tarzında sorulara bıraktığı günler başlamıştı. Neredeyse sabahtan geceye kadar aralıksız dizinin başındaydım. Arkadaşlarımın beni dışarıya çıkartma tekliflerini reddediyor, kimseyi görmek dahi istemiyordum. Bu şekilde tam üç gün geçirdim ve bu üç günün sonunda izleyebileceğim bölümler bitmişti.
Daha da zor günler başlıyordu benim için. Neredeyse bir ölüm kalım savaşı veriyordum kendi kendime. Günlerim bu şekilde geçmeye devam ederken, hiç beklenmedik bir şey oldu. O telefon etti. Öylesine aramıştı, hatırımı sormak için. Şaşırmıştım, bu bir işaret miydi? Galiba öyleydi, çünkü birkaç gün içinde tekrar aramıştı. Telefonu kapatırken "Öptüm." demesi, konuşmasındaki sıcaklık, benimle tekrar barışmak istediğini düşünmemi sağlıyordu. Derken bir konuşmamızda O'na bu durumu sordum. Neden ısrarla aradığını, kafasında ne olduğunu merak ettiğimi söyledim. Hayır, sevgilisinden ayrılmamıştı. O zaman neden bütün bu sıcak konuşmalar? Aramalar? Ben oyuncak değildim. "Ondan ayrılmadan beni bir daha arama." diyerek telefonu kapattım.
Bu ne çaresizlikti? Bu ne saplantıydı? Ben nasıl böyle birine dönüşmüştüm? Neden bütün bunlara katlanıyordum ki? Bilmiyordum. Körü körüne aşık olmak böyle birşey olsa gerek. Yapacak birşeyim yoktu. Bekleyecektim. Birkaç gün sonra ev telefonum çaldı. Arayan O'ydu. Birdenbire yaptığı itiraf ağzımı açık bırakmıştı. "Ben aslında seni seviyorum, ona karşı birşey hissetmiyorum ama onun da üzülmesini istemiyorum o yüzden ayrılmak istediğimi henüz söyleyemedim." demiş ve beni yine sinirlendirmeyi başarmıştı. Yenilmez gururuna rağmen beni sevdiğini sonunda bana itiraf edebilmesi büyük bir gelişmeydi belki ama hâlâ sevgilisinden ayrılmamış olması kabul edilemezdi. Benden bu durumu görmezden gelmemi mi istiyordu? Hayır, bu kadarını da yapamazdım. "Madem öyle, bundan sonra beni arama, artık seni beklemeyeceğim" dedim ve kapattım.
Bekleyemezdim, neydi bu bir oyun mu? Her geçen günün, her yaşanan olayın canımı ne kadar yaktığını bilmiyordu bence. O'nu çok seviyorken, bizi bu duruma düşürdüğü için O'na ne kadar kızdığımı bilmiyordu. En başından beri söylediğim gibi, ne gerek vardı üçüncü bir kişinin aramıza girmesine? Herşeyi kendi aramızda çözemez miydik? Çözümü yoksa zaten daha fazla üstelemeye de gerek olmazdı. Her ne kadar O'na beklemeyeceğimi söylemiş olsam da, bekleyecektim. Hiç gelmeyecek birini bekler gibi umutsuzca ancak küçük bir ihtimal de olsa arar diye umarak bekleyecektim.
Günler geçtikçe içimdeki zar zor yeşermeye çalışan umut, kurumaya yüz tutmuştu. Birkaç hafta içinde, artık bu bekleyişin bir sona ermesi kararına varmıştım kendimce. Bazı gecelerde O'na sarılarak uyuduğumu hayal etmeden, uykuya dalmam imkansız olmuştu. Neydi bu takıntının çözümü? Çözümü bendeydi aslında, ancak o zamanlar bunu göremeyecek kadar bağlıydı gözlerim.
Bir cumartesi sabahı, ev telefonumun çalışıyla uyandım. Arayan kargo şirketiydi. Bana bir paket geldiğini haber veriyorlardı. Kimdendi ki bu paket? İhtimaller arasında O'na çok az bir yer veriyordum, çünkü bu kadar zaman sonra ne alaka diyordum kendi kendime. Hemen hazırlanıp kargo şubesine gittim. Paketin üstündeki ismi okuduğumda, beni tekrar hareketli günlerin beklediğini sezmiştim. Çünkü paket O'ndan gelmişti. Bilgisayarım için bir DVD-rom yollamıştı, beklemiyordum. Ama daha da önemlisi, içinden çıkan küçük notta yazanlardı.

Bölüm 16 - Her Yerde Kamuflaj

Yalova’daki sayılı günlerim bitmiş, doğum günü için İstanbul’a gitme vakti gelmişti. Bekir’in arabasıyla gidecektik. Bizimle birlikte kalan arkadaşlardan ikisini uğurladıktan sonra dört kişi kalmıştık. Beğendiğim çocuk ve arkadaşı da bizimle İstanbul’a geleceklerdi. Onlarla otogarda ayrıldıktan sonra, doğum günü için arkadaşın ismini verdiği cafeye gittik. Onları tekrar görmek güzeldi. Bana O’nu sordular. “İyi.” dedim. Bir saati aşkın bir süre takıldıktan sonra Bekir, beni servisin alacağı yazıhaneye bıraktı.

Askeriye işlerim olmasa Bekir’in yanına gelmem çok zor olacaktı, iyi ki de gelmişim. Çünkü çok güzel üç gün geçirmiş, ayrıca onunla tanışma fırsatı bulmuştum. Gerçi bu şekilde hoşlanıp da elimden hiçbir şeyin gelmediği birçok durum oldu eskiden beri. Olsun, en azından yeni insanlarla tanışmıştım. Kafam dağılmıştı. Şimdi sırada Ankara vardı. Halamın yanında kalacaktım. Sabah otobüsten inip hastaneye gittiğimde, bana perşembe gününe sıra verdiler. O güne kadar yapacak bir şeyim yoktu. Çok eskiden, beğendiğim müzik grubunun forumlarında tanıştığım ve o zamandan beri de görüştüğüm arkadaşımla buluştum. Onunla biraz zaman geçirdikten sonra eve döndüm.

İki gün sonra hastaneye gittiğimde sonunda istenilen tahlil yapılmıştı. Sonuçlarını aldıktan sonra artık burada bir işim kalmamıştı. Halamla beraber İzmir’e dönecektik. Otobüs, Eskişehir’e geldiğinde içimden kopan parçalar dağ gibi olmuştu. Otobüs mola verip, indiğimde, gözlerim nedense O’nu aradı. Otogarın diğer ucuna gidip, tramvayın olduğu yere kadar yürüdüm. Bu şehre bir daha gelebileceğimi hiç düşünmemiştim. İnsan bir şehre küsebilir mi? Oysa ne günlerim geçmişti burada. Aklıma gelen onlarca kötü düşünce, beni boğuyordu sanki. Tramvayın nereye gittiğini bilmek ve artık orada olmayan birini özlemek, akıntıya karşı kürek çekmek gibiydi. İleriye gitmem gerekirken, geri geri gitmeye uğraşıyordum. Boşunaydı. Zaman, bunun anlamamı sağlıyordu tabi ama her şey birden olmuyordu.

İzmir’e gelmiştik. Ailem yazlıkta olduğu için ben de hemen yazlığa geçtim. Birkaç gün burada kalıp, daha sonra askeriye işlemleri için tekrar hastaneye gidecektim. Bu iş bitmeden bana rahat yoktu anlaşılan. Neyse ki birkaç gün sonra hastaneye gittim ve sonunda işim halloldu. Çok yakın arkadaşım Buket’in düğünü için İzmir’e gelmiştik. Arkadaşlarım tek tek evlenirken, benim bu durumda olmam, insanın içini burkuyordu tabi.

Dün gece O’nu rüyamda gördüm, uzun bir süre sonra. Yok, böyle mutlu mesut bir manzarada değil. Artık eski günlerimizi rüyalarımda bile göremiyordum. Görüşüyorduk ama rüya geneli boyunca soğuk bir hava vardı. Bir şey de olmadı zaten, sonra uyandım. Düşündüm, bütün gün boyunca düşündüm, tıpkı günlerdir, haftalardır ve hatta aylardır yaptığım gibi. Ne gerek var ki? O beni düşünmüyor, aklının ucundan bile geçmiyorum bundan eminim. Hem geçsem ne olacak ki? Beni düşünse ne olacak? Bu saatten sonra ne önemi var? Bunları hak ediyor mu? Yıllarca süren o saf sevgimi? İlk tanıştığımız gün, dizime yatan çocuk hak ediyordu. Ama bugün, O, yeni hayatıyla birlikte gözümdeki değerini günden güne kaybetti. Hoş, zaten karşıdan bir talep de yok. Bu şekilde düşündükçe, kendimi saplantılı, melankolik, saf aşık olarak görmekten öteye gidemiyorum. Çık artık aklımdan, rüyalarımdan. Bugün artık bitti bari yarınımı rahat bırak.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Bölüm 15 - Gülen Gözler

Askerlik işlemleri ile uğraşmaya devam ederken, sonunda korktuğum başıma gelmiş ve İstanbul'a sevk edilmiştim. İstanbul'a gitmemek için yaptığım tüm çabalar boşa çıkmıştı. Herneyse, gidecektim mutlaka. Bu sayede Yalova'da staj yapmakta olan, sınıf arkadaşım Bekir'le de görüşme fırsatı bulacaktım. İstanbul'a gidip, hastaneyi bulduğumda, doktorun bana söylediği şey, gereken tahlilin orada yapılamayacağı ve Ankara'ya gitmem gerektiği oldu. Elim mahkum, gidecektim. Ancak hazır İstanbul'a gelmişken, iki sene önce O'nun sayesinde tanıştığım, internetten oynadığı oyundan arkadaşlarıyla görüşmek istiyordum. İki sene önce doğumgününe gittiğimiz çocuk, beni yine doğumgününe çağırmıştı. O gün, çocuğun bir arkadaşıyla görüştük ve ben aynı gün Bekirin yanına, Yalova'ya geçtim.
Bekir, İzmit'ten sınıf arkadaşımdı, ancak aramızdaki samimiyet, ona açılmamla birlikte daha da artmıştı. Kız arkadaşıyla beraber İzmit'teki son senemde çok güzel günler geçirmemi sağlamışlardı. Şimdi Bekir, bir arkadaşının evinde kalıyordu. Ben de üç gün orada kalacak, doğumgünü olduğu gün Bekirle beraber Yalova'ya geçecek, oradan da Ankara'ya gidecektim. Eve geldiğim günün gecesinde, evde kalan diğer çocuğun üç arkadaşı kalmaya geldiler. Onların da okulları bitmiş, evlerini boşaltmışlardı. İşte o zaman tanıştım onunla.
Bu dünya düzeni neden böyle? Gay olmanın belki de en kötü yanı, gay olmayan bir erkekten hoşlanmak olsa gerek. Bunu birçoğumuz yaşamışızdır. Ona ulaşamazsın hiçbir zaman, bu gerçek içine oturur. Sevgilin olmasını hayal edersin, hiçbir zaman senin olamayacağını bilsen bile.
Daha iki gün önce tanışmış olmamıza rağmen o, ilk gördüğüm anda çok dikkatimi çekmişti. Şu anda karşımda tavla oynuyor. Aramızda hiçbir zaman kısa veya uzun hiçbirşey olmayacağından adım kadar eminim. Omzuna elimi atıp, yüzümü sırtına yasladığımda, duyduğum kokusu tek tesellim oldu. Zaten yarından sonra belki de bir daha hiç görmeyeceğim onu. Ama olsun, böyle yaşamak hiç adil değil. Ben ona neden ondan hoşlandığımı söyleyemiyorum? Onun sevgilim olmasını istediğimi neden söyleyemiyorum? Çünkü gizli bir şekilde yaşamak zorundayım.
Kısa kesilmiş saçları, içten, ta derinden gülen, ışıl ışıl parlayan, gülümsediğinde incecik bir çizgiye dönüşen güzelim kahverengi gözleri, uzun kirpikleri, top sakal oluşturucak kadar çıkmayan ancak kirli sakal denebilecek kadar yoğun sakalı, bana göre kusursuz vücudu, ki sıcaktan dolayı üstsüz dolaşması onu çok daha iyi incelememi sağlıyor, beni baştan çıkartıyordu.
Gece ona sarılarak uyumak o kadar iyi gelirdi ki bana. Onu sevmek isterdim, ona "Sevgilim" diyebilmek isterdim. Ancak bu platonikten öteye gitmezdi. Birinden bu kadar etkileneceğimi hiç düşünmemiştim. Sohbet ettiğimiz zamanlarda, bana bakıp sıcacık bir şekilde gülümsemesi, gözlerimin içine bakması çok hoşuma gitmişti. O beni "İyi bir arkadaş adayı" olmaktan öte bir yerde görmüyor da olsa, yine de onu tanıdığım için memnundum. İçimdeki bazı duyguların yeniden alevlenebileceğini göstermiş oldu o bana. İşte bu günlerde, yaşadığımı anladım.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Bölüm 14 - Güle Güle Sevgilim

"Aramızda olanları kimseye söyleme yoksa beni bir daha göremezsin." dedi bana. "Tamam." dedim. Hâlâ inanamıyordum. Sevgilimi bir an için de olsa geri kazanmış ve şimdi yine kaybediyordum. İşe gidecekti artık. Hazırlandıktan sonra kapıya kadar yanında gittim. Çıkarken sıkıca sarıldı bana, gözlerimin içine baktı ve öptü beni. Biliyordum bunlar sondu. Sonra tekrar eskisi gibi olacaktı. O işe gittiğinde ben de arkadaşım Muzaffer'le görüşmek için dışarı çıktım. Buluştuğumuzda yabancı olduğun bir yerde bir dostu görmenin verdiği sevinci yaşıyordum.
Bir cafede oturduk, uzun uzun sohbet ettik. Dertleştik. İlişkimin gidişhatından az çok haberi vardı ancak güncel meseleler ve özellikle sabah yaşadıklarımızdan bahsetmedim Muzaffer'e. Yaşadığım bir anlık mutluluğu paylaşmak istesem de, ona bir söz vermiştim. Eskişehir'de olduğum duyulsa, yeni ilişkisi zarar görebilirdi. Umrumda mıydı? Değildi aslında. O'nun benden başkasıyla mutlu olabileceği fikri hiçbir zaman inandırıcı gelmeyecekti bana.
Eğer Eskişehir'e bir daha gelirsem, o zaman görüşme dileklerimle ayrıldım Muzaffer'den. Onunla buluşacaktım. Telefon etti, işten çıktığını, az sonra yanıma geleceğini söyledi. Buluştuk. Yemek yedik. Dün sabahki soğukluğu yoktu artık. Sıcaktı, hatta ben orada olduğum için mutlu olmuş gibiydi. Ama duygularını hiç belli etmiyordu. Bana merhamet göstermesi, sadece eski sevgilisi olduğum içindi belki de. Yemek yerken, Olcay'la gelecek planlarından bahsetti. Birlikte yapmayı hayal ettiğimiz şeyleri onunla yapacaktı belki de. Başka biri olsa bunca olaydan sonra hâlâ O'ndan birşeyler ummazdı ama işte O'nu deliler gibi seven ben, kendime engel olamıyordum. Bazı şeyleri mantığım almasa da, kalbim yapmamı söylüyordu. Hep kalbimi dinledim. "Elimden geleni yaptım, artık herşey O'na bağlı" dedim hep kendi kendime.
Dönüş vaktim yaklaşıyordu. Hava çok soğuk olduğundan, kulaklık almak için bir dükkana girdik. Bana da alacaktı ancak ben "Gerek yok" dedim. Hâlâ beni düşündüğünü, önemsediğini biliyordum. Bu, içten içe umutlanmamı sağlıyordu. Eve dönüp, eşyalarımı hazırladıktan sonra birlikte evden çıktık. Beni servise bindirecekti. Servisi beklerken son bir konuşma yaptık. "Seni bir daha görebilecek miyim?" diye sordum. "Bilmiyorum." dedi. Vay be! Hayatımın geri kalanını etkileyecek Eskişehir ziyaretim, sona eriyordu. Evet, yapmak istediklerimin hepsini yapmış, tüm istediklerimi gerçekleştirmiştim. O'nu görebilmiş, söylemek istediklerimi söyleyebilmiştim. Artık herşey O'na bağlıydı. Sevgilisinden ayrılsa da ayrılmasa da en azından içim rahattı. Elimden geleni yapmıştım. Üzgündüm aslında, çok üzgündüm. Belki de O'nu bir daha göremeyecektim. Olsun, tüm yaşadıklarımız güzeldi. Kötü günlerimizi hatırlamıyordum bile. "Kendine çok iyi bak" dedim. O'nunla vedalaştıktan sonra servise bindim ve son iki günümü dolduran bir dönem böylece kapanmış oldu.