31 Ağustos 2009 Pazartesi

Bölüm 33 - Ait Olduğu Yerde

O’na mesaj yazıp, eşyalarını göndereceğimi söyledim. Antalya’daki evine yakın kargo şubesine yollayabileceğimi söyledi. Ertesi gün kargoyu yolladıktan sonra bir mesaj daha attım. Takım elbise için teşekkür ettim. “Umarım onu göndermemişsindir, o sana hediyemdi.” dedi. Hediye olduğunu bilmiyordum, bilseydim onu göndermezdim ama geçmişti artık. “Onu sana geri göndereceğim, istersen at ama onu sana hediye etmiştim.” diye cevap verdi. O’nun tüm hediyelerini sakladığımı ve onlara değer verdiğimi söyledim. “Ben de aynı şekilde.” dedi.
“Her ne kadar bazen kötü şeyler de yaşasak, seninle yaşadığımız güzel şeyleri hep hatırlıyorum.” yazdım cevap olarak. “Benim için de güzel anlardı, benim de hep aklımda.” şeklinde cevap vermesi, beni şaşırtsa da hoşuma gitmişti. “Keşke bir şekilde birbirimizin hayatında olabilseydik, bunu çok isterdim.” yazdığımda ise gelen cevap kanımı dondurmaya yetti. Hep söylediğim gibi, beni nasıl yaralayacağını çok iyi biliyordu. “Keşke, ama bu çok zor. Beni çok seven ve her halimle kabul eden bir sevgilim var.” yazmıştı. “Peki, sen onu seviyor musun?” diye sorduğumda gelen cevap “Evet, hem de çok seviyorum.” oldu beklediğim üzere.
Beni yaraladığını biliyordu, çok iyi biliyordu hem de. Cevabının üzerine diyebileceğim başka bir şey olmadığını söyledim ve “Hoşça kal.” yazdım. Bu manzara tanıdık geldi mi? Neredeyse bir sene öncesinde aynı şeyi yaşamıştım. Ancak gerisi aynı değildi. Beni artık istemediği gerçeğini kabullenmeye daha da yaklaşmıştım.
Olanların üzerinden yaklaşık bir buçuk hafta geçtikten sonra bir sabah, kargodan bir telefon aldım. Bana bir paket olduğunu söylüyorlardı. Aklıma ilk gelen, O’nun takımı geri yollamış olmasıydı. Tam bu sırada kapı çaldı ve gelen kargoculardı. Bir de ne göreyim? Gelen paket, benim yolladığımdı. Şubeden kimsenin almadığını, o yüzden geri geldiğini söylediler. Delirmiştim. Hemen O’nu aradım. Açmadı. Nasıl almazdı paketi? Haberi de vardı oysa ki. Birkaç dakika içinde geri aradı. Paketi neden almadığını sordum. Şu anda Eskişehir’de olduğunu söyledi. Bu bir mazeret değildi ki? Ailesinden biri gidip alabilirdi. “Almadılar işte, tekrar yollayabilir misin?” dedi. “Tamam.” dedim. “Ama içinden takım elbiseyi al.” diye cevap verdi.
Bu sefer paketin O’na ulaşacağından emin olmak için, evine yollayacaktım. İlk başka biraz çekindi ama ısrar edince ev adresini verdi en sonunda. “İçinde bir not falan yok değil mi?” diye sordu. “Hayır, not falan yok, hiçbir şey yazmadım.” dedim. Ne yazabilirdim ki? O istemişti böyle olmasını, düzeltecek biri varsa o da kendisiydi. Ancak bu saatten sonra birşeyleri düzeltmek istediğini hiç düşünmüyordum. İçimdeki minicik umut, çoktan yerini hüzüne bırakmıştı bile. Ve o gün paketi tekrar kargoya verdim.
Artık O’nunla işim bitmişti. Eşyalarını göndermiştim ama bendeki anıları ne olacaktı? Evimde bıraktığı halısı, önce kendi için alıp daha sonra bana verdiği veya bana hediye olarak aldığı t-shirtleri, bana bıraktığı iç çamaşırı, sigarasının külüyle üzerinde bir delik açtığı kaprim, birlikte aldığımız ve yıllarca parmağımdan çıkarmadığım ancak şimdilerde bir kutuya hapsedilmiş olan yüzüğüm, bir numara büyük gelen terliklerim, artık giyemediğim pantolonu ve en önemlisi ben. Hiç düşündün mü, sen gidince sevdiğin neden ağlar? Bana karşı hep ilgisiz olsa da, bu az ilgi bile bana yetiyordu. Şimdi ondan bile yoksun bir şekilde, hayatımın en mutlu günlerinde olmam gerekirken, karamsar günlerim aslında çoktan başlamıştı.

Bölüm 32 - Taş Kalp

Kağan’ın gelmesine sadece birkaç gün kalmıştı. Bense yaşadığım şoku atlatmaya çalışıyordum. Bunca zaman boyunca, hatta bu ilişki boyunca, ne kadar aptal olduğumu düşündüm hep. Ancak, olan olmuştu. Şimdi yapmam gereken Kağan’la geçireceğim günlere odaklanmaktı.
Kağan’ı karşılamak için otogara gittiğimde, beklerken hissettiklerim, merak ve biraz da heyecandı. Birkaç haftadır tanışıyor olsak da, ona ısınmıştım. Sohbeti de çok iyiydi. Tek dileğim, yüz yüze görüştüğümüzde bu hislerimin değişmemesiydi. Otobüsten inip, eve geldiğimizde, aynı telefondaki gibi cana yakın birini buldum karşımda. Onu arkadaşlarımla tanıştıracaktım, ayrıca hafta sonu kutlayacağımız iki doğum günü için yapacağım pastalarda bana yardımcı olacaktı. O günlerde okulda bahar şenlikleri vardı. Akşamları beraber dışarı çıktığımızda, Kağan’ı arkadaşlarımla tanıştırmak için de güzel bir fırsatım olmuştu. Arkadaşlarımın onu sevdiğini düşünüyordum. Ayrıca açıldığım arkadaşlarımın düşünceleri benim için gerçekten çok önemliydi.
Doğum günü kutlaması gelip geçti ve Kağan gün boyunca yardımıma koşmuştu. Geride bıraktığımız birkaç günden sonra, onunla bir geleceğimizin olup olamayacağını düşünmeye başlamıştım. Ondan aldığım elektrik, o an ilişkimizi devam ettirebilecek kadar kuvvetli değildi. Ayrıca O’nunla ilgili öğrendiğim gerçekler, bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Hatta Kağan’a karşı tam anlamıyla dürüst olmadığım için kendimi kötü hissetmeye bile başlamıştım. Hislerimi açıkladığımda bu durum ona göre daha fazla devam etmemeliydi. Bu yüzden evine dönmek istediğini söyledi ve apar topar eşyalarını toplayıp gitti. Çok fazla üzülmedim gittiğine. Çünkü ilk başlardaki gibi hissetmiyordum ona karşı. Belki de duygularımdan tam emin olmadan ona yeşil ışık yakmak bir hataydı. Zaten aklımda O varken, Kağan’la bir ilişki düşünmek çok saçma geliyordu. Gerçi aklımı O’nun meşgul ettiğini yeni fark edebilmiştim. Bundan bir an önce kurtulmam gerekiyordu.
Yapmam gereken son bir şey vardı, ya da elimden gelen mi demeliydim? O, daha biz beraberken, bana içinde birkaç parça eşyasının olduğu bir valiz vermişti. İzmit’e gelip de Antalya’ya giderse, o valizi de götürecekti. Ama hiçbir zaman gerçekleşmeyen İzmit gezisi, buna engel oldu. Ben de artık o valizin sahibine gitmesi gerektiğini düşünüyordum. İçindeki paltoyu, kış boyunca hatta biz ayrıldıktan sonra bile kullanmış olmama rağmen, eşyalar geri gitmeliydi. Elimde O’na ait kalan son şeylerden biriydi bu valiz ve içindekiler. Bana ödünç verdiği takım elbise de dahil, valizdeki tüm eşyaları düzgünce bir kutuya yerleştirdim, en üste de valizi koyarak kapattım. Şimdi yapılacak tek şey, O’na haber vermekti.

25 Ağustos 2009 Salı

Bölüm 31 - Doğum Günü

Bugün O’nun doğum günü. Beraberliğimiz boyunca hiçbir doğum gününde yanında olamadım. Ne tesadüftür ki, O da aynı şekilde. O’nunla hiç doğum günü kutlayamadım. Saat 00:00 olduğu anda, doğum gününü kutlayan bendim evet, ilk arayan bendim. Ancak O’na sımsıkı sarılıp, kocaman öpüp, “İyi ki doğdun!” demenin yerini tutar mıydı? Asla. Belki de neden buydu, ayrılmamızın, ilişkimizin bitmesinin nedeni buydu. Birlikte olmamız gereken anlarda, birbirimize ihtiyacımız olduğu anlarda, hep uzaktık, hep ayrıydık.
O’na ilk doğum gününde, üzerine çok büyük gelecek bir t-shirt almıştım. O bunu hep gündeme getirdi, hep laf soktu. Hatalıydım, hiç dikkat etmeden almıştım. Ertesi yıl, böyle bir durum oluşmasını istemediğimden, O’nun çok sevdiği parfümümden hediye ettim O’na. Son doğum gününde ise ne aldığımı hatırlamıyorum. Aklımdan bir şekilde çıkış olmalı. Sanki kargoya gittiğimi hatırlar gibiyim ama hediye alıp almadığımı hatırlamıyorum. O’nu tanımamdan itibaren dördüncü doğum günü bugün. Ve artık birbirimizin hayatlarında olmadığımızdan, O’nu kutlamam da saçma olurdu. Bana hep derdi “Seninle ayrılsak bile, arkadaş kalmak isterim.” diye. Bu cümlesi ayrılığın sadece ilk zamanlarında gerçekleşiyordu. Gerçi ben O’na hiçbir zaman arkadaşım gözüyle bakmadım. O’ndan hoşlandığım zamanlarda, ayrı bile olsak, O benim arkadaşım değildi. Tabi ki O benim sadece sevgilim olmadı, aynı zamanda arkadaşım, abim, can yoldaşım oldu. Ancak, ayrıldıktan sonra O’nu bir arkadaş olarak görebilmek benim için imkansızdı. Zaten bugün baktığımızda, neredeyse bir aydır konuşmadık. Konuşmadık dediysem, telefonda konuşmayalı aylar oldu. Demek istediğim görüşmedik. Mesajla bile. Ki böyle olmalıydı. Artık beni sevmiyor ki.
“Saplantılı, melankolik aşık, aş artık bu ilişkiyi, yoluna devam et!” diyordum kendime eskiden beri. O gününü gün ederken, ben gecelerce acı çektim, kendimi paraladım, harap ettim. Neden? Çünkü benim gözümdeki ilişkim, bitmemeliydi. Ama dışarıdan her şey çok daha net gözüküyordu. O beni çoktan gözden çıkartmıştı. O’ndan hiç beklemediğim bir şekilde davranmıştı. Beni aldattıktan sonra bile benden O’na geri dönmemi, arkasından koşmamı bekliyordu. Neydi bu bir çeşit test mi? Sevgimizi mi kanıtlıyoruz? Hayır, ben sevgimi bu zamana kadar birçok şekilde kanıtlamıştım ama O bunu hep görmezden gelmiş, benim O’na veremeyeceğim şeyleri benden istemeye başlamıştı. O beni çoktan gözden çıkartmıştı. Hareketleriyle, güzelim ilişkimizi mahvetmişti. O’nu asla affetmemem için bana bir sürü sebep verdi. Ben neden O’nun için üzülmeye devam edecektim? Bugüne kadar duygularımda hep dürüsttüm. Çabalamak için O’ndan gelecek bir hareketi beklemedim. İstediysem yaptım. O’nun için, ilişkimiz için çaba gösterdim. Bitecekti, biliyordum. Başından beri biliyordum. Çünkü O, benimle yetinecek biri değildi. Ben O’na sadece dünyayı gösterdim. Zamanı geldiğinde yuvadan uçacağını biliyordum. Sadece bu şekilde olacağını ummamıştım. Ben aldatılmayı hak edecek bir şey yapmadım. Bu kadar senelik beraberlikten sonra, en azından ilk kez bana dürüst olabilmesini isterdim. Benden sıkılmış olması, artık hayatında yeni birilerinin olması, içimi burksa da, hayat böyle. Yapacak bir şey yok. Nice bensiz senelere!

23 Ağustos 2009 Pazar

Bölüm 30 - Beynimdeki Patlama

Okuldan gelip, bir şeyler atıştırdıktan sonra facebook’ta takılmaktaydım. Chat kısmına fazla girmem aslında. Bu seferlik gireyim dedim. Çok ilginçtir ki bir süre sonra O’ndan mesaj geldi. Facebook chat kısmına asla girmezdi, bugün nasıl olduysa denk gelmiştik. Karşılıklı hal hatır sorulduktan sonra, beni oyuna çağırdı. O’nun sayesinde öğrendiğim ve bir zamanlar müptelası olduğum, birçok kez beraber oynadığımız, internet üzerinden oynanan bir oyun. Oynayamazdım tabi ki, ne yani arkadaşımız gibi oyuna girip oynayacak mıydım? Gelemeyeceğimi söyledim. O sırada “Seninkinin fotoğrafını göstersene.” dedi. Birkaç gün önceki mesajlaşmamızda O sorduğu için O’na Kağan’dan bahsetmiştim. “O benimki falan değil, sadece arkadaşız.” diye cevap verdim. “Fotoğrafını görmek istiyorsan msn’e gelmelisin, buradan gösteremem.” dedim.
Msn’e geldiğinde, Kağan’ın birkaç fotoğrafını gösterdim O’na. “Umarım san layık biridir.” dedi. Bu konuşmadan sonra, keşke yapmasaydım dediğim bir hareket yaptım ve O’na “Sende durumlar nasıl?” diye bir soru sordum. Geçiştirdi. “Bildiğin gibi.” dedi. Hayır, hiçbir şey bilmiyordum. Ayrıldığımızdan beri O’nun aşk hayatı hakkında hiç konuşmamıştık. Konuşmak da istemezdim aslında, ama içimdeki merak bu isteksizliğimin önüne geçmişti. O’nun hayatında birisinin olduğunu öğrenmek, beni tamamen değiştiriyordu. Deliriyordum, kontrol edemediğim bir şekilde hareket ediyordum, en önemlisi kendimden beklemediğim şeyleri yaparak kendimi daha fazla üzüyordum.
Kaçamak cevabından sonra üzerine gittim, “Neden söylemiyorsun?” dedim. Bu konu hakkında konuşmak istemediğini söyledi. Üsteledim ve en sonunda istediğim cevabı aldım. Keşke almasaydım dediğim cevabı. Beni baştan aşağı yıkan ve öğrendiğim andan itibaren aklımdan çıkartana kadar deli olduğum, aklıma geldiği zamanlarda sinirime hakim olamadığım cevabı. “Kim olduğunu biliyorsun.” dedi. O ana kadar düşünmediğim, ihtimal versem bile O’nun yaklaşımından ve söylediklerinden sonra “Belki de abartıyorum.” dediğim durum gerçek olmuştu. Sevgilisi Tarık’tı! Elim ayağım boşalmış, ne yapacağımı bilemeyeceğim bir durumdaydım. Göğsümün üzerindeki baskı, saniyeler geçtikçe artıyordu, kalbim yerinden çıkacakmışçasına, sert bir şekilde, sanki avuçlarım arasında sıkışıp kalmış gibi hızlıca çarpıyordu ve her çarpışı daha da acı verici oluyordu. Kafamda dolaşmakta olan bin bir düşünce, boşlukları dolduran birçok gerçek, yapbozun parçalarını tamamlıyordu. Aldatıldığımı fark ettiğim o an, içimdeki öfke doruk noktasındaydı. O an karşımda olsaydı, O’nu gözümü kırpmadan öldürebilirdim herhalde. Konuyu değiştirmeye çalışıyor, okulumu soruyordu. “O zaman sen beni aldattın?” dedim. “Hayır, bir aydır falan beraberiz.” diye cevap verdi. Ama daha biz beraberken bile dışarı çıkmaları, birbirlerinin evine gitmeleri, bütün bunlar şimdi anlam kazanıyordu. “Biz ayrılmadan önce de görüşüyordunuz, bu beni aldattığın anlamına geliyor.” dediğimde, “Evet, ocak ayında samimi olduk.” dedi. “Ayrıldığımızda hâlâ sana karşı bir şeyler hissediyordum, nasıl olacağını görmek istedim. “diye ekledi ve birden konuyu tekrar değiştirdi, ailesinden bahsetmeye başladı. “Bir dakika, ben artık seninle konuşmak istemiyorum ki.” dedim ve o an O’nu hem msn’den hem de facebook hesabımdan bir çırpıda siliverdim.
Vücudumun tüm noktalarına binlerce iğne batıyordu, hissettiğim acı, içimde yok olan dağlar gibiydi, dışarıda ise ellerim terliyor, nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Bir yandan delirmiş gibi ağlıyor, bir yandan da bağırıyordum. O an yaşadığım yıkımı, daha önceden hiç yaşamamıştım. İlişkimiz boyunca birçok kötü olayla karşı karşıya gelmiştim ama sevgilim bana acıların en kötüsünü yaşatmadan durmamıştı. Bunca sene her şeyi paylaştığım sevgilim, nasıl oluyor da beni aldatabiliyordu? Ben O’na ne yapmıştım ki, bana bunu yapıyordu? Beni sevmediğini anladığı andan itibaren bunu bana söylese çok daha iyi olmaz mıydı?
Dolabımdaki çantamı açtım. İçerisinde bir sürü boş sigara paketi, tanıştığımızdan beri yaptığımız seyahatlere ait biletler, O’nun bana yazdığı birkaç parça yazı, kullandığı saç spreylerinin boş kutuları kısacası O’na ait anılarla dolu bir çantaydı bu. Biletler, elle tutulduğunda sözlük kalınlığındaydı. Sigara paketleri, üzerlerinde henüz öldüreceğine dair uyarıların bulunmayacağı kadar eskiydi. Yüz yüze görüştüğümüz ilk kez, bana aldığı sakızın paketi bile oradaydı. Gitmelilerdi. Sinirimden deliye dönmüş bir şekilde çantamın hepsini boşalttım. Bir yandan bağırıyor bir yandan da artık gereksiz olduğunu düşündüğüm bu nesneleri torbaya dolduruyordum. Hepsini doldurduktan sonra hızlıca evden çıktım ve torbayı çöp kutusuna attım. Eve döndüğümde yapmam gereken bir şey daha kalmıştı. Bilgisayarımda sakladığım, O’na ait tüm fotoğrafları, videoları, bir çırpıda yok ettim. Artık O’nunla ilgili bir şey duymak veya görmek istemiyordum.

18 Ağustos 2009 Salı

Bölüm 29 - Yepyeni Bir Bakış

Ameliyat günü yaklaştığında, abimle beraber Antalya’ya gittik. Hastanede işimiz biraz uzun sürdü, hatta bazı tahliller için başka bir şubeye yolladılar bizi. Ve o şube, O’nun evininin çok yakınındaydı. Dayanamadım ve “Bil bakalım şu anda neredeyim?” diye bir mesaj yazdım O’na. Bir süre sonra aradı. Ameliyat olacağımı önceden söylemiştim O’na ama şimdi ameliyata bu kadar yakın olmam O’nu da çok sevindirmişti, en azından bana söylediği buydu. O’nunla hep hayal ederdik bu günü, gözlerimin iyileşeceği, artık gözlük veya lens takmama gerek kalmayacağı günü. Ama O yanımda değildi.
O gün, internette tanışıp daha önce hiç görmediğim bir arkadaşım Sertuğ'la da görüştük. Akşam teyzemlere döndüğümde, ertesi günün heyecanı beni şimdiden sarmıştı. Öğlen olduğunda, yakın arkadaşım Bora ile buluştuk. Onunla da uzun zamandır görüşememiştik. Uzun uzun sohbet ettik, dertleştik. Bana O’nunla ilgili konularda en çok destek olan arkadaşlarımdan biriydi Bora ve benimle birlikte hastaneye gelecekti. Abimle buluştuktan sonra, ameliyata bir saat kala, bir alışveriş merkezine gittik. Bu alışveriş merkezi, O’nun beni hep götürdüğü, evlerinin yakınındaki alışveriş merkeziydi. Neyse ki O Antalya’da değildi. Eğer orada olsaydı, dayanamayıp evlerine bile giderdim belki de.
Ameliyat saatine dakikalar kala, içimdeki heyecan iyice artmıştı. Bora’nın orada olması, bana çok iyi bir moral olmuştu aslında. Derken ameliyata girdim ve çıktım. Zaten çok büyük bir operasyon değildi. İçeride yaşadıklarımı hiç unutamayacak olsam da, o an, etrafı artık başka bir şeye ihtiyacım olmadan görebilmenin ne kadar güzel olduğunu düşünmekteydim. Yol boyunca Bora ve abim bana yardımcı oldu. Maalesef Bora’yla ayrılma vaktimiz gelmişti. Vedalaştıktan sonra abimle beraber teyzemlere döndük. O gece zor vakitler geçiriyordum. Derken Kağan’ın mesajı geldi. Gözüm ışığa o kadar hassaslaşmıştı ki, gelen mesajı bile zar zor okuyabilmiştim. Cevap yazmam olanaksızdı, ben de en iyisi telefon edip durumumu bildireyim diye düşündüm. Kağanla ilk telefon konuşmamız bu şekilde gerçekleşmiş oldu.
Ameliyattan sonra hep O’ndan gelecek telefonu bekledim. Ertesi gün olmuş, neredeyse öğlen olacaktı. Beklediğim telefon nihayet geldi. Çok sıcak bir şekilde, geçmiş olsun dileklerini iletti bana. Mutluydu, bunu hissetmiştim. Keşke dedim içimden. Gerçi artık bunları düşünmek için çok geçti ama yine de o an yanımda olmasını hiç bu kadar çok istememiştim.
Antalya’daki işim bittikten sonra hemen İzmit’e geri döndüm. Bu günlerde Kağan’la olan sohbetimiz gitgide koyulaşmaktaydı. Okuldan geldiğim zamanlarda onunla telefonda konuşmak çok eğlenceliydi. Konuşkan biriydi bu yüzden onunla konuşurken hiç sıkılmıyordum. Birkaç hafta sonra çok sevdiğim iki arkadaşımın da doğum günü vardı üstelik aynı gün. Onlara pasta yapıp, eve çağırmayı düşünüyordum. Kağan’a bundan bahsettim, üstelik onunla yüz yüze tanışmak istediğimi de ekledim. “Eğer ayarlayabilirsem oraya gelebilirim.” dedi. Sevinmiştim. Ona karşı bir şeyler hissediyordum ve onunla tanışmak bu hislerimi bir sonraki aşamaya taşıyabilirdi. Bu heyecan, bu duygular, bunları tekrar yaşamak çok hoştu. Ancak Kağan’ın gelmesine sadece birkaç gün kala yaşadığım olay, bu görüşmenin üzerine bir kara bulut gibi çökecekti.

Bölüm 28 - Hayat Devam Ediyor

Bursa ziyaretim, farklı bir gün geçirmemi sağlamıştı. İyi de olmuştu aslında. Kabul etmesem de, zor zamanlar geçiriyordum. Üç buçuk senelik sevgilimle, bu sefer gerçekten ayrılmıştık. Eskiden yaşadıklarımız gibi bir ayrılık değildi bu, biliyordum. Onun davranışlarından, benim hissettiklerimden. Birkaç gün sonra mesaj attı. Sadece hatırımı sormak için. Mesajlaştığımız sırada “Benden neden bu kadar kolay vazgeçtin?” diye sordu. “Vazgeçmekten başka yapabileceğim bir şey olsaydı, emin ol onu yapardım.” diye cevap verdim.
Doğruydu, yapacak hiçbir şey yoktu. Geçen sefer sevgilisi varken bile yanına gidip, barışmak için yalvarmıştım. Bu sefer neden böyle bir şey yapmıyordum? Çünkü biliyordum, artık O bu ilişkinin devam etmesini istemiyordu. Eğer bilseydim, devam etmemizi istediğini gösteren en ufak bir işaret alsaydım, sonuna kadar gidecektim. Ancak artık bu bir sen-ben meselesi olmaktan çıkmıştı. Kendimi zaten yeterince yormuştum bunca sene. O’nun yanımda olmadığı her saniye içimden parçalar koparken, şimdi hayatımda bile yoktu. Bu acı dayanılamazdı. Her seferinde, boğazıma düğümlenen şeyleri bir çırpıda ortaya dökebilmek istiyordum. Ama konuşamıyordum.
Derken bir gün beni aradı. Aslında soğuk bir havada devam eden telefon görüşmemiz, bana yanlışlıkla “Aşkım.” demesiyle bir anlık da olsa ısındı. Alışkanlıktan dolayı böyle söylemiş olmalıydı. Ayrıldığımızdan beri, bu ilk arayışı değildi. “Bu zamana kadar hep ben aradım, bundan sonra sen arayana kadar bekleyeceğim.” dedi. Hiçbir ayrılığımızda benimle arasındaki bağını bıçak gibi kesememişti. Olması gereken de buydu tabi ama birbirimizi unutma sürecini zora sokan, uzamasına neden olan bir hareketti bu. Yaptığımız bu telefon konuşmaları sırasında O’na, O’nunla telefonda konuşmayı ne kadar özlediğimi, O’nu ne kadar çok görmek istediğimi söylemek isterdim. Yapamazdım. Bir şekilde yapmamam gerektiğini biliyordum. Beni geri isteyen biri zaten bunu gelip bana söylerdi değil mi? Kendimi boş yere umutlandırmanın bir anlamı yoktu artık. Bitmişti, bu gerçeği kabul etmekten başka yapılacak bir şey yoktu.
Hayat devam ediyordu, okulum da. Odaklanmam gereken sınavlarım vardı. Gönül meseleleri yüzünden okuluma gereken ilgiyi hiçbir zaman gösterememiştim. Okuldaki son dönemimdi ve ihtimallere yer yoktu. Okulum artık bitmeliydi. Bütün bu telaşımın arasında abim, yıllardır beklediğim göz ameliyatımı yaptıracağını söyledi. Sınavlarımdan sonra, Antalya’ya, hastaneye gidecektik. Randevular alındı, ayarlamalar yapıldı. Heyecanlı bekleyiş başlamıştı.
Bu günlerde, ayrılımızın üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçtikten sonra, yeni birileriyle tanışabileceğimi düşünmeye başlamıştım. Bu amaçla bir arkadaş bulma sitesinde profil açtım. Derken birkaç gün içinde, o günlerde tanıştığım kişilerden çok farklı birisiyle tanıştım. Adı Kağan’dı. Msn üzerinden uzun süren sohbetler yapıyorduk. Eğlenceli birisiydi, msne girdiğim zamanlarda onun da olmasını istiyordum hatta. Çünkü onunla konuşmak iyi geliyordu.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Bölüm 27 - Sıcak Anlar

Bir süre yürüyerek Bahadır’ın evinin olduğu sokağa geldik. Ailesi de orada yaşadığından, benim eve gelmemi istemedi. Evden eşyalarını alana kadar aşağıda bekledim. Daha sonra arabasına bindik ve o gece kalacağımız eve, arkadaşının evine geldik. Sıcakkanlı, güvenilir ve çok tatlı bir çocuktu Bahadır. Oturup konuşmaya başladığımızda, önceki görüşmemizden onun hakkında hatırımda kalanlar tekrar canlanmaya başlamıştı. Ama sanki birisini en baştan tanımaya çalışıyor gibiydim. Çünkü çok uzun zaman geçmişti. Sohbeti ve bakışları içimi kıpır kıpır yapmaya yetmişti.
Benden bile çekingendi, o yüzden ilk görüşmemizde de ilk hareketi benim yapmamı istemişti. Bu sefer de öyle oldu. “Biliyorsun, ben ilk hareketi yapamıyorum” dedi. Bu cümleden sonra sonunda ona dokunabilmiştim. O benim için yabancı biri değildi aslında. Bir şekilde, sanırım onu uzun süreden beri tanıdığım için, sanki yakın bir arkadaşımmış gibi hissediyordum. Birkaç dakika süren ateşli anlardan sonra, ikimiz de yorgun düşmüştük. Bugüne kadar tanıdığım erkeklerden çok farklıydı Bahadır. Onu çok daha yakından tanıyabilme fırsatım olsun isterdim. Sevgilim olsun isterdim.
Bugüne kadar Bahadır gibi, dış görünüşünden dolayı hoşlanabileceğim birçok erkekle karşılaştım. Ama Bahadır haricinde hiçbiriyle bu kadar ileri gidemedim hatta sadece beğenmekle kaldım. Sonuçta günlük hayatta beğendiğim erkeklerin yanına gidip de “Senden çok hoşlandım.” diyerek yakınlık kurmamız beklenemez ki. Belki de onlarda beni çeken şey ulaşılmaz olmalarıydı. Bahadır da bir nevi ulaşılmazdı benim için aslında. Sonuçta kızlardan da hoşlandığını söylüyordu, bir erkekle uzun süreli bir beraberlik yaşamak istemediğini söylüyordu. Bahadır’ın da aslında benim yaşam tarzım hakkında pek bir fikri yoktu. Sonuçta arkadaş çevresinde hiç gay olmayan biri, onların yaşam tarzını nasıl bilebilir ki? Yine de uç çizgilerde değildim, ona bunu anlatmaya çalıştım. Sohbetimiz ilerledikçe okulundan, görüşmediğimiz zamanlarda yaptıklarımızdan bahsettik.
Bir süre sonra, ikimizin de içindeki ateş tekrar devreye girmişti. Hep hayal ettiğim ve hiç unutamayacağım anları yaşıyordum sanki. "Bahadır, neden benim değilsin ki?” diye soruyordum içimden. “Karnın acıktı mı?” diye sordu. Olumlu cevap verdiğimde, hazırlanmamı söyledi. Dışarı çıkacaktık.
Çarşının içine geldiğimizde, şehrin, üç sene önce bıraktığım gibi olduğunu fark ettim. Aslında çarşının çoğu köşesinde bir anım vardı. Bahadır’la önce bir yerde oturup yemek yedik ardından da bir cafede oturup bir şeyler içtik. Eğlenceli, tekrar hatırlaması güzel, unutulmaz dakikalardı. Tekrar eve döndüğümüzde biraz bilgisayarda oyun oynadı Bahadır. Ben de onu izliyordum. Bu görüşmenin olacağını sadece birkaç gün öncesinden biliyor olmam, Bahadır’ın yanındayken bile, şaşkınlığımın devam etmesine neden olmuştu. Bahadır, ilk görüşmemizden sonra, belki de benim için bir saplantı haline gelmişti. O günden sonra onu bir daha göremeyeceğimi düşünüyordum hep.
Saat ilerlemişti, yatma vakti gelmişti. Ayrı ayrı yataklarda geceyi tamamladık. Sabah erkenden otobüsüm vardı. Uyanıp otogara gittiğimizde, aslında oradan hiç ayrılmak istemediğimi biliyordum. Ancak Bahadır’ın yapacak işleri vardı ve onu daha fazla meşgul etmek istemiyordum. Otobüse binmeden önce ona sıkı sıkı sarılmak isterdim aslında. Ama Bahadır bunu istemezdi. O yüzden sadece tokalaştık ve otobüse bindim. Taze yalnız kovboy, evine dönüyordu.

16 Ağustos 2009 Pazar

Bölüm 26 - Eski Bir Dost

Ayrıldıktan sonra insan nasıl hisseder? Kötü. Peki, bu nasıl geçer? Geçmez. Bu hissi yok edebilmek için O’na tekrar ulaşmayı, aramızı düzeltmeye çalışırdım hep. Bu sefer içimden bir ses bunu yapmamam gerektiğini söylüyordu. En azından artık çabalamamam gerektiğini. Bir şeyler çoktan bitmişti. Bunu kabullenmeliydim artık. Yine de dayanamayıp ertesi gün O’na mesaj yazdım. Nasıl olduğunu sordum. O da soğuk bir şekilde iyi olduğunu söyledi. Hepsi bu. Ne diyebilirdi ki başka?
Ayrıydık artık. O yoktu hayatımda, en azından sevgilim olarak. Bu gerçeği kabullenmek uzun sürecekti bunu biliyordum. Ancak bu süreci hızlandırabilmek için yapılabilecek birçok şey vardı. Ben de bunlardan birisini yapmak için harekete geçtim. O’nunla tanışmadan birkaç ay önce tanıştığım bir çocuk vardı. O da Bursa’da okuyordu. Bir gün İzmit’e gelmiş, bir gece yanımda kalmıştı. Tek görüşmemiz o zaman olmuştu. Ama çocuğa hayran kalmıştım. Çocukla görüşmelerimiz gecelik ilişkiden öteye gidemeyecekti, bunu biliyordum.
O’nunla tanıştıktan sonra çocukla görüşmem uygun olmayacağından, görüşmeyi kesmiştim. Ancak zaman zaman bir şekilde aklıma gelmekteydi. Çocuktan O’na da bahsetmiştim. Hatta ilişkimizin ilk başlarında O’nu sevmediğimi, aklımın hâlâ o çocukta olduğunu söylemişti bana. Hayır, o çocuk sadece hayran olduğum birisiydi. Ona karşı bir sevgi asla beslememiştim. Zaten O’nunla yaşadıklarım, çocukla yaşadıklarımla kıyaslanamayacak kadar farklı şeylerdi. O’nu sevmiştim en önemlisi.
Çocuğun internet adresi aklımdan hiç çıkmamıştı. O’nunla bağımızın koptuğu dönemlerde çocukla birkaç konuşma yapmıştım ancak görüşme tekliflerini hep geri çeviriyordum. Bu sefer işler değişmişti. Çocukla tekrar bir konuşma yaptım ve uzun süre sonra onunla konuşmak, hele bir de bu yaşadıklarımdan sonra, bana çok iyi gelmişti. Bu sefer görüşme teklifini ben yaptım. Şaşırdı ama neyse ki durumu müsaitti. Aslında bir kız arkadaşı vardı ama içindeki duygular onu bu tarz ilişkilere de sürüklüyordu. Cuma günü için bir görüşme ayarladım. Ancak, beni Bursa’ya çağırıyordu. Bursa’ya en son O’nun evini boşaltmasına yardımcı olmak için gitmiştim, neredeyse üç sene önce. O şehri tekrar görmeye hazır mıydım?
Otobüse bindim. Eskiden heyecanla yaptığım otobüs yolculukları aklıma geldi yol boyunca. O’na yaptığım sürpriz ziyaret aklıma geldi. Nereden nereye. Şimdi bir başkası için gidiyordum Bursa’ya. İndiğimde lapa lapa kar yağıyordu. Şehri bildiğimden, çarşıda bir süre dolaştım. Ta ki Bahadır beni arayana dek. Buluştuk. Onu uzun süre sonra, üç buçuk sene sonra, tekrar görmek çok güzeldi. Nedense bu çocuğa karşı olan zaafımı hiç gizleyememiştim. Tam sevgilim olmasını isteyeceğim tipteydi. Geçen görüşmemizde onu çok iyi tanıyamamıştım, zaten çok fazla konuşabilme fırsatımız olmamıştı. Bu görüşmede onu çok daha yakından tanımak istiyordum. Aslında çekingen biriydi, fazla konuşmuyordu. Yine de onun yakınında olabilmek bile çok güzel bir duyguydu. Yaşadığım tahribatı bir süre de olsa unutmamı sağlayacak saatler başlamıştı.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Bölüm 25 - Son Nokta

Ufukta görünenler gibi uzaktı bana, telefondaki konuşmalarımız durağanlaşmıştı sanki. Sevgililer gününde, hele bir de geçen sene bu günde yaşadıklarımı düşündükten sonra, O’nunla beraber olamayışım yüreğimi burkuyordu. Okuldaki kursum nedeniyle İzmit’te olmak zorundaydım. Zaten hep zorunluluklar baltalamamış mıydı ilişkimizi? Sonu gelmeyen bekleyişler, gittikçe uzayan mesafeler, doğruluk payı içermeden kurulan cümleler, geçen olaylar, günler, geceler. Bu kadar olumsuzluğun arasında bana güç veren ve karanlıkta yolumu bulmamı sağlayan tek şey sevgimdi. Evet, sevgime güvendiğim kadar başka hiçbir şeye güvenmiyordum.
Yaşanan günler, sevgimi dahi sorgulamama neden oluyordu artık. Bir yerde takılı mı kalmıştım? Eskiye ait izler peşinde mi koşmaktaydım? O’nunla ilgilendiğimi artık belli edemiyor muydum? Uzun uzun düşündükten sonra, artık orada olmayan birini sevmekte olduğumu fark ettim. Boştu yeri, çoktan gitmişti. Gün içinde birbirinin hatırını soran, gününün nasıl geçtiğini anlatan iki kişiye dönüşmüştük. Karşımdaki, hayatımda bana o zamana kadar yaşamadığım tüm iyi ve kötü duyguları yaşatan kişi değildi sanki. Bu gidişata bir son vermek istiyordum. İkimizi eskiye döndürebilmek için bugüne kadar birçok kez emek harcadım. Bazen başardım, bazen olmadı. Olaylar kontrolümden çıktığında, benim de yapabilecek pek bir şeyim olmuyordu çünkü. Tek tesellim, elimden geleni yapmış olmanın verdiği huzurdu. Ama yine elimden gelenlerin yetersiz olacağı bir durumun içine sürüklenmiştim. Bu manzara beni çok korkutuyordu. Aynı zamanda da kendimi, sevgimi, ne istediğimi sorgulamama neden oluyordu.
İçimdeki sıkıntının doruğa ulaştığı bir günde, internetteki konuşmamız sırasında, moralinin bozuk olduğunu öğrendim. Solgun, hayattan bezmiş ve çok üzüntülü bir hali vardı. O’nu gitgeller içinde görmeye alışkın olduğumdan, kendimce teselli etmeye çalışıyordum. O’nu üzen şeyler konusunda bana hiçbir zaman tam anlamıyla dürüst olmamıştı, bu sefer de aynı durum söz konusuydu. Bir süre sonra telefonla konuşurken, ağzındaki baklayı çıkarttı. Yıllardır uzak olduğumuzu, bunun O’nu çok yaraladığını, beni çok özlediğini ama birbirimize ihtiyacımız olduğunda yan yana olamadığımızdan bahsetti. Bugüne kadar bu tarz konular konuşulduğunda, ne yapılması gerektiğini sorduğumda bana tam bir cevap veremiyordu. Ancak bu sefer ayrılmak istediğini kesin bir dille belirtti. Hem bekliyordum, hem şaşırmıştım. Korktuğum başıma gelmişti aslında. Bir gün beni bırakabileceğini düşünmüştüm, ancak bunu yapabilecek gücü kendinde bulacağını hiç sanmıyordum. Çünkü beni sevdiğini biliyordum. Yetmemişti, belki de çoktan tükenmiş olan sevgisi bu ilişkiyi devam ettirmeye yetmemişti.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bölüm 24 - Pamuk İpliği

Yılbaşından sonra İzmit'e geri dönmüştüm. Ancak içimde bir burukluk, gözlerimde hüzün vardı. Yılbaşına beraber girebileceğimiz halde, ayrı ayrı girmiştik. Hayır, bana söylediği gibi o gün evi boşaltmamıştı, o gece de evde kaldı. Ertesi gün eşyalarını toplayıp otele yerleşti. Neden beni istemedi ya da ne düşünüyordu bilmiyorum.
Artık otelde kaldığı için Eskişehir'e gittiğimde sadece dışarıda görüşebilme olanağımız olacaktı. Olsun, O'nu görebilmek bile yeterdi bana. Tabi uygun bir zaman ayarlamak gerekiyordu. Finallerim geldi ve geçti derken, O'nunla görüşebilmek için uygun bir vakit ayarlayamadık. O'nu günübirlik bile olsa gidip görmek istiyordum ama bana "Şu anda patron da burada, işler çok yoğun, zaten gece de beraber kalamayacağız." gibi cümleler kurarak oraya gelmemi ertelememe neden oldu. Olsun, görüşecektik ya, biraz geç olsa ne fark eder?
Derken bir gün bana bir süre Tarık isimli arkadaşında kalacağını söyledi. O güne kadar ne Tarık diye bir arkadaşı olduğundan ne de böyle bir planı olduğundan haberim vardı. Haklı olarak, O'na sorular soruyordum. "Kim bu Tarık? Nereden çıktı? Neden onda kalacaksın?" gibi sorulardı bunlar. Geçen yaz şantiyede tanıştıklarını, Tarık'ın orada stajyer olarak çalıştığını ve daha yeni yeni samimi olduklarını söyledi. Arkadaş bulması hoşuma gitmişti tabi, sonuçta Eskişehir'de pek çevresi yoktu, canı sıkılıyordu bu yüzden. Ancak işler beklediğim gibi yürümedi.
Birkaç hafta içinde, facebook sayesinde, Tarık'la O'nun beraber bir bar-cafe'de çekildikleri fotoğrafları gördüm. Ne buluşup görüştüklerinden, ne de bara gittiklerinden haberim vardı. Şaşırdım tabi haliyle. Hatta birkaç fotoğrafa daha baktıktan sonra yılbaşı günü de bir cafeye gittiklerini gördüm. Beraber tavla oynamışlardı. Şok edici bir şekilde, O'nun eski evinde, Tarık'ın üzerinde O'nun t-shirtüyle çekilmiş bir fotoğraf bile vardı! "İyi ki tanımışım seni kardeşim benim." yazmıştı Tarık altına yorum olarak. Ne demek oluyordu bütün bunlar? Neden yine arkamdan iş çevriliyordu? Üstelik Tarık'ın görünüşünden, çektirdiği fotoğraflardan, gay olduğunu anlamamak mümkün değildi. Neden benden gizliyordu arkadaşlığını? Gece dışarı çıktıklarını? Bu soruların cevabını bulmak üzere O'nu aradım. Çok sinirliydim ve aradığım cevapları bulmak istiyordum. Telefonu açar açmaz "Tarık'ın gay olduğunu bana neden söylemedin?" diye girdim konuşmaya. Bir kıvılcım gibi birdenbire parladı ve bağırıp çağırmaya başladı. "Ne gayi, onun bir sürü kız arkadaşı var, sen ne demek istiyorsun? Annemin babamın üzerine yemin ederim ki o gay değil." dedi bana. "Peki." dedim, "Tamam." Bu şekilde bu konu kapandı. Yanlış bir tesbitte bulunmuştum, çok paranoyakça davranmıştım, hatalıydım. Bu kadar üzerine gitmemeliydim belki de. Yine de yaptığı şeyleri, attığı adımları benden gizlemesi ağırıma gitmişti.
O, Tarık'ın öğrenci evinde kalmaya başlamıştı. Birkaç gün orada kalacağını söyledi ancak daha uzun sürdü bu misafirlik. Dönem bitip okullar tatile girdiğinde, Tarık memleketine döndüğünde bile O, evde kalmaya devam ediyordu. Bir gün evle ilgili bir sorun çıktığını söyledi. Tarık memleketten dönmüştü ve Tarık'a bir ev bakacaklarını söyledi. Daha sonra bir süre daha Tarık'ın yeni evinde kalacağını söyledi. Bu süre zarfında ben, O'nu uzun süredir görmemiş olmanın verdiği heyecanla yerimde duramıyordum. Bir an önce ikimiz için de uygun bir durum oluşmasını ve görüşebilmemizi diliyordum. Ancak ne yazık ki, o uygun durum hiçbir zaman oluşmadı.