29 Haziran 2009 Pazartesi

Bölüm 13 - Bunun Adı Aşk

Uyandığımda henüz işe gitmemişti. Hâlâ yataktaydı. Aynı zamanda kalktık. "Bir şeyler yiyelim." dedi. O gün işe biraz geç gideceğini söyledi. Ne güzel, en azından O'nu gitmeden biraz daha görebilecektim. Çünkü gece İzmit'e geri dönecektim. Odada otururken dolabını karıştığım için bana kızdı. Bir şey diyemedim tabi. Her ilişki kendi içinde farklıdır ancak O'nun Olcay'la olan ilişkisi bana çok suni, çok saçma geliyordu. Zaten O'nu benden başka herhangi biriyle düşünme fikri üzerime bir silahın şarjörünü üzerime boşaltmakla eşdeğerdi.
Evde kalan diğer adam işe gitmiş, O'nunla baş başa kalmıştık. İçeride televizyon izliyorduk. O sırada Olcay aradı ve O, onunla konuşmak için başka odaya geçti. Bu sahneyi görmektense, karanlık, soğuk ve eski bir tabutun içinde günlerce kilitli kalmayı tercih ederdim. Gerçi bunun gibi durumlarla karşılaşacağımı bilerek gelmiştim Eskişehir'e. Güçlü olmalıydım. Yanına gittim. Geldiğimi görünce başka bir odaya geçti. Eskiden ikimiz konuşurduk telefonda uzun uzun. Şimdi ise başkasıyla konuşuyor, başkası O'nu güldürüyordu. Bu dayanılamaz bir görüntüydü. Daha fazla duramadım ve odasına gidip yatağına uzandım. Uyumak istiyordum sadece, güzel şeyler hayal etmek, hâlâ beni sevdiğini düşünmek, hayatımın geri kalanında hep yanımda olacağını düşlemek...
Telefon konuşması bitmiş, odaya gelmişti. Aniden, hiç beklemediğim birşey oldu. Oturduğu yerden kalktı ve gelip yanıma uzanıverdi! Vücutlarımız birbirine dokunmasa da, nefesini hissedebiliyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlarken, ellerim terden sırılsıklam olmuştu bile, derken vücudunu, O'nu arkamda hissedebileceğim kadar
bedenime yaklaştırdı. "Beni son bir kez istiyor musun?" diye sordu. "Ne yapıyorsun?" dedim kalkarak. O da hemen benden uzaklaştı ve "Haklısın, boşver" dedi. Ancak bu sözler sadece ağzından çıktı, çünkü gözleri gözlerimin içine bakıyor ve kendini zar zor tuttuğu çok belli oluyordu. Ne yapmalıydım? Sevgilim, sonunda gururunu yenmişti galiba. Olmayacağını bildiği bir şeyin peşinden gitmekten vaz mı geçmişti? Ama o zaman neden "son kez" demişti? Galiba bu şekilde ayrılmak istemiyordu. Ben zaten O'nunla barışmaya, O'na doya doya sarılmaya gelmiştim. Evdeki hesap çarşıya uymamıştı.
Derken beni öpmeye başladı ama bu çok kısa sürdü zira aniden kendini geri çekti ve "Ne yapıyorum ben? Benim bir sevgilim var" dedi sesli olarak. "Hayır, senin sevgilin benim, diğer kişi için kendini tutma n'olur" dedim. O'nunla beraber olma arzusu kaplamıştı her yerimi. O'ndan hiç beklemediğim ancak oradaki tüm zamanım boyunca umduğum şekilde davranıyordu. Tekrar beni öpmeye başlamıştı. Deliler gibi, sanki ilk defa öpüşüyormuşçasına öpüyorduk birbirimizi. Yanlış birşey yaptığımı düşünmüyordum, hâlâ da düşünmüyorum. O'nu ölesiye özlemişken, bu kısa zamanda O'na doyabilmem imkansızdı. İnanamıyorum, sanki dünkü o buz dağı gitmiş, eski sevgilim geri gelmişti. Sanki o kötü olaylar hiç yaşanmamış, aramıza üçüncü bir kişi hiç girmemişti. Biliyordum, bu istisnai bir durumdu. Dünyalar benim olmuştu sanki.
Aşık olduğum insan, bu kadar şeye rağmen yine kollarımın arasındaydı ve çok kısa bir süreliğine de olsa yine eski günlerimize geri dönmüştük.

28 Haziran 2009 Pazar

Bölüm 12 - Üçüncü Kişi

Ben yatağında oturuyordum, O da karşımda, yerde otururken aynı zamanda laptopuyla ilgileniyordu. "Neden böyle oldu? Niye böyle yaptın?" diye sordum ilk başta. Geldiğimden beri devam eden soğukluğu, belki beni görmesiyle birlikte azalır diye umarken, gitgide artmaktaydı. Karşılıklı konuşmamız, bir ağız dalaşına dönüşüyordu. "Ne yapmalıydım? Seni unutmam gerekiyordu." dedi. Beni unutmak zorunda değildin, tekrar beraber olabilirdik gibi cümleler kurmam, O'nu etkilememişti.
En çok kızdığım nokta, belki de aramızda çözeceğimiz bir meseleye üçüncü kişileri dahil etmesiydi. Emindim, adım kadar emindim beni sevdiğine. Konuşurken O'na "Aşkım" diye hitap ettikçe, "Bana aşkım deme." diyerek sinirleniyordu. Aşkımdı benim hâlâ, sevdiğim kişiydi. Hayatında başka biri olsa da ben onu çok seviyordum. O'na arkadaşımmış gibi davranamazdım. Dakikalar geçtikçe, konuşmak zorlaşıyordu. Boğazıma düğümlenen cümleler, yutkunduğumda gözyaşlarımı tetikliyordu, derken ağlamaya başlamıştım. Bir yandan içimdekileri ortaya döküyor, bir yandan da O'nun ağzından çıkacak olumlu bir cümleyi bekliyordum. "İlişkimize neden üçüncü bir kişiyi dahil ettin?" diye sorduğumda aldığım cevap, daha fazla söylenecek birşey olmadığını anlatıyordu sanki bana. "Artık üçüncü kişi sensin." demişti.
"Ben seni çok seviyorum, geçmişte çok hatalı davrandım, belki şu an bir önemi yok ama yine de çok özür diliyorum. Böyle olsun asla istemezdim, n'olur bir şans daha ver bana." diye ağlıyordum. O'na olan sevgim, kocaman sevgim, gözlerimi bağlamıştı yine. "Beni sevmediğini söyle, istemediğini söyle, o zaman ısrar etmeyeceğim." dedim. Sustu, hiçbir şey söyleyemedi. Hıçkırarak ağlamak, nefes almamı bile zorlaştırmış, gözlerimden akan yaşlar gerçek manasıyla bir sele dönüşmüş, yüzümü ıslatmaktaydı. Hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum. Normalde içimden gelmedikçe ağlayamayan biriyim. Benden bir süre sonra O da ağlamaya başlamıştı. "Ne kadar üzdün beni haberin var mı?" diyordu. İkimiz de çok üzülmüş, çok yıpranmıştık gerçekten de. Yine de O'na söylediğim gibi, ne gerek vardı bir başkasını bulmasına, zorlama bir ilişki yaşamasına? Belki de ilişkimizin yürümeyeceğinin benden çok daha önce farkına varmıştı. Belki de bendeki devam etme gücü O'nda artık kalmamıştı. Bilmiyordum. "Ben aynı durumda olsaydım, çok pişman olurdum. 'Neden yeni birisini buldum? Neden seni beklemedim?' derdim kendi kendime." dedim. "Şimdi pişman olmayacak mısın yaptıklarından?" diye sorduğumda cevap olarak "Senin yeni bir sevgilin olsa sen beni evine bile almazdın" dedi. Sevgi, seviyor olması. O'nda bu işareti hep yakaladım. O beni sevdiğini, beni önemsediğini her zaman bir şekilde hissettirdi bana. Zaman geçtikçe bunu hissedemez oldum. Yanlış işaretler aldım. Yapacak birşey kalmamıştı.
"Senden son birşey isteyebilir miyim aşkım?" dedim ağlayarak. Bana baktığında "Sana son bir kez sarılmak istiyorum, son bir kez." dedim. "Hayır!" dedi sertçe. Olmaz diyordu. Ağladım, yalvardım, "Başka birşey yapmayacağım sadece sarılacağım." dedim. Bu isteğimi geri çevirmemesini söyledim. Birkaç dakika süren ısrarımın ardından, O da istiyor olmalıydı ki, ayağa kalktı ve yanıma geldi. Ben de ayağa kalktım ve kollarımı omzuna attım. Sarıldım, sıkı sıkı, sanki hiç bırakmayacakmış gibi sarıldım O'na. O, ilk başta çok soğuk ve gevşek bir biçimde sarılsa da, sonradan arttırdı dozunu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan sanki hiç ayrılmamışız gibi, sanki hâlâ sevgilimmiş gibi dolu dolu sarılıyor, bir yandan da "Neden böyle olduk biz?" diye soruyordum. Beni hâlâ sevdiğinden emin oldum o an. İnsan ancak sevdiği birisine bu kadar içten sarılabilirdi. Duyabiliyordum O'nu, "Neden bu kadar geç kaldın, beni neden bıraktın?" diyordu içindeki ses. Olan olmuştu, benim düzeltmek istediğim bundan sonrasıydı. Olcay, şimdiki sevgilisi, ona da yazık değil miydi? Esas, bize yazık değil miydi? "Tamam, bu kadar yeter." dedi ve kollarını bedenimden ayırdı.
"Sen artık beni istemesen de ben seni bekleyeceğim." dedim. "Bakalım, bu ilişkimde mutlu olabilecek miyim? Deneyip göreceğim. Ondan sonra karar vereceğim." dedi. Ne demekti bu? "Eğer olmazsa, senle tekrar deneriz." mi demek istiyordu? Bunu duymak çok acı verici olsa da, O'nu geri kazanmak için her türlü zorluğa hazırdım. Ama o zaman, hiç bu kadar zor olabileceğini düşünmemiştim.
"Ben artık gideyim." dedim. "Hayır, burada kal." diye cevap verdi. Sevinmiştim tabi. O'nu hâlâ sevgilim gibi, sanki hiçbir şey olmamış gibi görüyordum. Önceden beraber uyuduğumuz yatakta, tek başıma yatacağımı öğrendim. O kendine yerde yatak hazırlamıştı. Uyumasını izlerken sessiz sessiz ağlıyordum. O gece O'nunla beraber, O'na sarılarak uyuyabilmek için her şeyimi verirdim. O'nun kokusunu duymak O kadar iyi gelirdi ki o an. Hele bu yaşadığım üzüntüden sonra yaralarımı sarabilecek bir tek O vardı. Sanki yanında yatıyormuş gibi huzurlu ama O'na bir daha asla dokunamayacakmış gibi harap olmuş bir biçimde uykuya daldım.

27 Haziran 2009 Cumartesi

Bölüm 11 - Kapatılmamış Dosyalar

Otobüsten iner inmez, hemen tramvaya atladım. Daha önce Eskişehir'e geldiğim için, evinin yerini biliyordum. Ancak acele etmem gerekiyordu. Zaman ilerliyordu ve eğer işe gitmeden önce yetişemezsem görüşemeyebilirdik. Tramvaydan indiğimde neredeyse koşar adım ilerliyordum. Yaklaşık on dakikalık heyecanlı bir yürüyüşün ardından evine vardım. Telefonuna mesaj atıp kapının önünde olduğumu söyledim. Acaba evde mi diye düşünürken apartman kapısı açıldı. Koşa koşa merdivenleri çıktım. İşe beraber gittiği adam kapıda çıkmak için hazırlanıyordu. Derken arkada O'nu gördüm. Adam hazırlanıp aşağıya indi ve ben de içeri girdim. Şaşkındı, bembeyazdı ve buz gibiydi. Gerçekten O'nu hiç bu kadar şok olmuş bir halde görmemiştim. "Hoşgeldin demeyecek misin?" dedim. "Hoşgeldin" derken O'na sarıldım ancak o ellerini atmadı. "Neyse benim çıkmam lazım, sen evde takıl" dedi ve işe gitti.
Koca evde tek başıma kalmıştım. Seviniyordum. Çünkü en azından O'nu görebilmiştim, konuşamamıştık belki ama en azından akşam geldiğinde konuşabileceğimizi düşünüyordum. Telefonuna bir mesaj attım. "Geldiğime sevinmedin mi?" yazmıştım. "Hayır, neden geldin ki her şeyi mahvedeceksin." diye bir cevap geldi. "Ben aramızı düzeltmek için geldim." dedim. "Bunun için çok geç." cümlesi geldi cevap olarak. İstemiyorsa gidebileceğimi söyledim. Gitmememi, O'nu beklememi söyledi. Bekleyecektim. Sonuçta buraya O'nun gerçek düşüncelerini öğrenmeye gelmiştim, neler hissettiğini, neden böyle davrandığını. O'nun sevdiğim bir özelliği vardı aslında. Ayrılmış bile olsak bana asla "Seni görmek istemiyorum, çek git!" tarzında cümleler kurmamıştı. Evinde birkaç saat geçirmeme izin vermesi iyiye işaret miydi? Yoksa geçmişte yaşadıklarımızın hatrına mı böyle davranıyordu? Çünkü en küçük iyiliği bile bana umut olmaya yetecekti.
Akşam olmasını beklerken, zaman geçirmek için evi toplayıp temizlik yaptım. Dolabını düzenlerken sevgilisinin O'na yazdığı notları buldum. Aslında karıştırmamam gerekiyordu ama ben O'nun şu an benim sevgilim olmadığı gerçeğini henüz kabullenememiştim. Kabullenemeyecektim de. Daha sonra yaptığımın yanlış olduğunu anlayıp, okuduğum notu yerine koydum. O'nu bir şekilde etkilemeli, tekrar bana dönmesini sağlamalıydım. Bu zamana kadar neden bekledim? Neden inatçı bir keçi gibi davrandım? Hatalıydım ama tek suçlu değildim. O'na sevdiği yemeği pişirdim. Derken, adamla birlikte geldiler. Sabahki gibi, soğuktu. Sıcak davranmasını beklemiyordum. Sadece benimle konuşmasını istiyordum. Odada O'na bundan bahsettiğimde "Biraz içeride oturalım sonra konuşuruz." dedi.
İçeride otururken kafamda söyleyeceğim cümleleri düşünüyordum. Bir süre sonra beklemekten öylesine sıkıldım ki, odaya geçtim ve oturmaya başladım. İçimdekiler beni rahat bırakmıyordu çünkü. Vereceği cevaplar hep aklımı kurcalıyordu. Üzerimdeki baskı, hayatımın geri kalanın bu geceye bağlı olduğunu söylüyordu bana. Az sonra yanıma geldi ve nihayet konuşmaya başladık.

Bölüm 10 - Paramparça

Antalya'ya yaptığım ziyaret, bana geçen sene yaşadıklarımı hatırlattı. Hayatımdaki en zor zamanlardan birine girdiğim bir dönemdi. O'nunla yaşadıklarımız, sona yaklaştığımızı gösteriyordu.

Okulumun bahar dönemi başlamış, ben de İzmit'e dönmüştüm. Artık ne arıyor ne de mesaj atıyordu. Son mesajlaşmamızdan beri ben de O'na yazmıyordum. Yazmayacaktım da. Tanışalı iki seneyi geçmişti ancak güvendiğim sevgimiz artık bizi kurtaramaz hale gelmişti. Hareketleri de bunu sanki kanıtlar nitelikteydi. Bana gururumu ezip geçmeyi öğreten kendisi, gururuna yenilmişti. Bekledim, günlerce, gecelerce bekledim mesaj atmasını, aramasını. Nafileydi.
Sevgililer günü yaklaşmıştı. Eğer arayacaksa, o gün kesin arar diye kendi kendimi kandırmaktaydım. Diliyordum, umuyordum ve çaresizce bekliyordum. Bu sırada içimde patlayan volkanlar, korların üstünde yürür gibi içimi yakıyordu. Yarın ne olacağını bilmemek, O'ndan kopmak isteyip de bir umut da olsa haber geleceğini düşünmek çok acı vericiydi. Aklımda binbir soruyla, günlerim geçerken, arkadaşım Mehmet, durumdan haberdar olduğu için, biraz değişiklik olsun diye beni dışarı çağırdı. Biraz da olsa çıkıp gezmek iyi gelmişti. Oturup konuştuğumuz sırada, Mehmet'ten öğrendiğim haberle yıkıldım.
"O'na sevgililer gününe kadar şans veriyorum, o zamana kadar aramazsa, artık ben de kendi yoluma gideceğim" dediğimde, Mehmet'in yüzündeki ifadenin değişmesinden anlamıştım birşeylerin ters gittiğini. İlk başta söylemek istemese de, ısrarım sonucu öğrendim bildiklerini. O, belki barışmak ister, yaşadıklarımızdan dolayı üzgün olduğunu söyler diye beklediğim O, yeni birisini bulmuştu! Ne kadar aptalım! Ne boş hayaller, ne imkansız düşünceler peşindeymişim meğer. Duyduklarımla yıkılmıştım, başımdan aşağı dökülen kaynar sular beni paramparça etmişti. Boğazıma düğümlenen soruları tek tek Mehmet'e sorduktan sonra olayın ayrıntılarını da öğreniyordum. Nasıl yapabilirdi bunu? Son mesajlaşmamızın üzerinden sadece birkaç hafta geçmişti. Ne çabuk bulmuştu yeni bir sevgili? Ne çabuk atlatmıştı ayrılığı? Üstelik sevgilisi, arkadaşım Mete'nin yıllar önce tanışıp bana bahsettiği kişiydi. O'nunla bu çocuğu asla ama asla beraber düşünemiyordum. Olamazdı.
Eve döner dönmez, O'nu engelleyip sildiğim facebooktan, çok uzun bir mesaj yolladım O'na. Tüm içimdekileri kustum, tüm kinimi ortaya döktüm, canımı acıtan en küçük ayrıntıyı bile yazdım. Ağlıyordum, bağırıyordum. O'nun umrunda bile olmadığımı bilmek, beni harap ediyordu. Derken, O'ndan cevap geldi. O da yazmıştı uzun uzun. "Sevgilim olduğunu öğrenince mi bana mesaj atıyorsun, bu zamana kadar aklın neredeydi?" yazmıştı. "Seni çok bekledim ama gururun ilişkimizi bitirdi. Şimdi çok mutluyum, yüzüklerimizi bile aldık" demişti. Ne demekti bu şimdi? Cümlelerini okudukça, duvarlar üzerime yıkılıyordu sanki. O an ölsem daha iyiydi. Yüzük almak neydi ya? Çok mutluyum ne anlama geliyordu? Birkaç yazışmadan sonra, beni engellemiş, O'na ulaşamaz olmuştum. Okuduklarım, öğrendiklerim, bana ileriki günlerin çok ama çok kötü geçeceğini haber veriyordu. Acım, nefes almamı bile zorlaştırmıştı. Nasıl sakinleşeceğimi bilmiyordum. Sakinleşemiyordum, dayanamıyordum. O'ndan neler beklerken, O tam tersini yapmıştı. Yaptıklarının aklımın ucundan bile geçmemesi, yaşadığım şaşkınlık ve tarif edilemez üzüntünün dozunu onlarca kat arttırmıştı.
Bir akşam arkadaşım Bertan'la konuşup, olanlardan bahsettiğim sırada, bana söylediği şeylerle şok oldum. Geçen hafta Eskişehir'de olduğunu, O'nunla iki gece görüştüğünü, ikinci görüşmelerinde yanında Olcay'ın da olduğundan bahsetti. Tabi ben bu durumu öğrenince Bertan'ı soru yağmuruna tutmuştum. "Ne durumda? Sağlığı nasıl? Benden bahsetti mi?" gibi soruları sorarken, alacağım cevaplar da beni korkutuyordu aslında. Yeni bir ilişkiye başlamaktan korktuğunu söylemişti Bertan'a.
O'na ulaşmak için artık telefonuna mesajlar atıyordum. Ama hayır, saçma sapan şeyler değil, O'na gerçekten söylemek istediğim şeyleri yazıyordum. Hiçbirisine cevap vermiyordu. Etkili olacağını düşündüğüm, ilişkimizin en başından beri yaşadığımız güzel anıları özetlediğim upuzun mesajım bile karşılıksız kalmıştı. En sonunda "Sana son birşey soracağım, sonra seni rahatsız etmeyeceğim" yazdım ve beni sevip sevmediğini sordum. Cevap geldi. "Seviyorum ama sadece arkadaş olarak." demişti. "Peki, onu seviyor musun?" yazdığımda ise "Evet, Olcay'ı seviyorum" yazdı. Diyecek birşeyim yoktu artık.
Aynı hislerle, her biri birbirinden kötü ve acı verici günler geçmeye devam ederken, kendime engel olamayıp telefonuna attığım mesajlara da artık cevap gelmiyordu. Birşey yapmalıydım çünkü bu duruma katlanamıyordum. Ne yapabilirdim ki? Artık bir sevgilisi vardı, belli ki beni istemiyordu. Yok, bu doğru olamazdı. Aksini ispatlamalıydım, bir şekilde yapmalıydım. Çok ani bir düşünceyle, Eskişehir'e gitmeye karar verdim. Hiçbir arkadaşımın bu durumdan haberi olmayacaktı. O'nun Eskişehir'de olduğundan bile emin değilken, yanında yeni sevgilisinin olup olmadığını bile bilmiyorken ya da beni görmek isteyip istemeyeceğini düşünmeden, gözümü karartıp gidecektim. Oradaki arkadaşım Muzaffer'e haber vermiştim bir tek. Yolunda gitmeyen birşey olursa ve gece yanında kalmak için Muzaffer'i arayacaktım. Gece otobüse bindim. Günün ilk ışıklarıyla Eskişehir'e indiğimde, zor saatler beni bekliyordu...

26 Haziran 2009 Cuma

Bölüm 9 - Geçmişten Gelen

Hastaneden çıkıp geri dönüş biletimi almaya giderken, hastanede beklerken aklıma giren çılgın bir düşünce irademi zorluyordu. O'nun evi bulunduğum yere çok yakın sayılırdı. İzmir'e dönmeden önce evlerine gidip O'nu görebilme şansım vardı. Deli miydim? Bu kadar yaşanan şeyden sonra, bir de O'nu görmeye mi gidecektim? Belki evde olmayacaktı ya da yanında yerimi dolduran yeni kişi olacaktı. Kafam ve kalbim arasında kalmıştım. Son kez vedalaşamamıştık bile. Ne önemi var, sonuçta bitmişti. O'nu en son 6 ay önce görmüştüm. O'nu görmeye gitsem ne değişecekti? Kendime daha fazla acı çektirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Saplanıp kaldığım düşüncelerden kurtulmamı bir kademe daha zorlaştıracaktı. Başka biri olsa O'na karşı çoktan kin besleyip, adını her duyduğunda şuursuzca küfür edebilirdi. Ben yapamıyordum. Bana hayatımın en büyük üzüntülerini yaşatmış olsa da, O'na karşı hissettiklerim tamamen bitmemişti. Kahretsin ki, kendime söz geçiremiyordum çoğu zaman. Bu sefer biraz daha iradeli davranmalıydım. Bileti aldım. Otobüs saati çok yakındı. Evine gidecek vakit kalmadığı için İzmir'e döndüm. Yok, yok en iyisi böyle olmasıydı.
Eve döndüğümde, aileme durumu anlattım. Sevk işlemleri için babam askeri hastane baştabipini aradığında, ameliyat olmama gerek olmadığını söyledi. Bu duruma sevinmiştim. Bu kadar olayın üzerine bir de ameliyat çıksaydı dayanamazdım. Askerlik işlemleri haftaya kalmıştı artık. Bilgisayarın başında oturmuş dururken, telefonum çaldı. Arayan O'ndan başkası değildi. Şoktaydım. Bana en son mesaj atmasının üzerinden tam tamına üç hafta geçmişken araması beni gerçekten çok şaşırtmıştı.
Telefonu açtığımda ilk söylediği "Geçmiş olsun" oldu. "Sağol da neden?" dedim. "Ameliyat olmuşsun" dedi.
Haber ne de çabuk yayılmıştı. Üstelik daha ameliyat bile olmadan! O'nun bir arkadaşına durumdan bahsetmiştim. Galiba ondan duymuştu. Gülümsedim. Ameliyat olmadığımı söyledim. "Aslında olacaktım ancak olmasam da olurmuş" dedim. Askerlik işlemleriyle uğraştığımı, hatta bu yüzden Antalya'ya gittiğimi anlattım. "Sanırım askere gitmeyeceğim" dedim. Dayanamayıp "İşim erken bitseydi sana da uğrayacaktım, ancak hemen dönmem gerekiyordu" dedim. O da işten ayrılmış, artık evdeymiş. "Haftaya tekrar Antalya'ya geleceğim" dediğimde, "Geldiğinde ara" dedi. Görüşecek miydik? Görüşmemeliydik. Neden böyle dedim ki? "Bakarız" dedim ve sonra kapattık telefonu. Neydi şimdi bu? Tamam, düşünüp araması belki güzel birşeydi. Mezuniyetimi tebrik etmemişti ama konu sağlık olunca daha hassas demek ki. "Beni bir daha arama" diyemedim. Belki bir gün yazdıklarımı okursa, o zaman anlar.
Dün gündüz biraz kestirmek için yattığımda, rüyamda O'nu gördüm. Uzun zaman olmuştu rüyama girmeyeli. Uyandığımda yüzümde anlamsız bir gülümseme vardı. Bazen O'na o kadar uzak oluyordum ki, her şeyi çoktan atlatmış gibi hissediyordum. Ama böyle zamanlarda, sanki hiç ayrılmamışız gibi hissedebiliyordum. Hazır hastaneye gitmişken bir de psikoloğa mı görünmeliyim?

Bölüm 8 - Asker Misin?

Mezun olup, İzmit'teki evimi de boşalttıktan sonra, artık İzmir'de, ailemin yanında kalıcaktım. Askerlik işlemlerini bir an önce başlatmak için şubeye gittim. Yedi sene önce geçirdiğim bir kaza nedeniyle askere uygun görülmeyebilirdim. İşler düşündüğüm gibi yürümeye başladı. İşlemleri başlatıp, sağlık muaynesi aşamasına geldiğimde, sağlık ocağındaki doktor beni askeri hastaneye sevk etti. Ertesi gün hastaneye gittiğimde, gitmem gereken iki kısım vardı. İlk kısıma gittiğimde, bir tahlil yapılması gerektiğini söylediler. İlk defa askeri hastaneye geliyordum. Her konuştuğum kişi "Asker misin?" diye soruyordu. Tahlili yaptırdıktan sonra doktorlar bir karara varamadılar. Daha ayrıntılı sonuç veren bir cihaza ihtiyaç duyulduğunu, bu cihazın da Antalya'dadaki hastanede olduğunu söylediler ve beni oraya sevk ettiler. Ayrıca tahlil sonucunda çıkan bir olumsuzluk nedeniyle, teknisyen "Ameliyat olman gerekiyor" dedi. Bu durum beni biraz üzdü aslında. Durup dururken nerden çıkmıştı şimdi bu? Gerçi küçük bir operasyon olacaktı ama ameliyat sonuçta.
Hastaneden ayrılmadan önce ikinci kısımda da muayene oldum. Oradaki doktor durumumdan dolayı erteleme alabileceğimi anlattı. Ancak önce Antalya'daki işimi halletmemi, eğer bir sonuç çıkmazsa tekrar uğramamı söyledi. Devlet işlerini, sevkleri, evrakları oldum olası hiç sevmem. Ancak işin düşünce uğraşmak zorunda kalabiliyorsun. Antalya'ya gidecektim!
Eve döndüğümde ameliyat olmam gerektiğini aileme bahsettim. Babamla hemen evimizin yakınındaki hastaneye gittik. Babamın bir doktor arkadaşıyla görüşecektik. Orada da tahlil yapıldıktan sonra ameliyat olmam gerektiğini söyledi doktor. Ama önce şu Antalya'daki hastane işini halletmeliydim. Gece otobüse bindim. Sabah Antalya'ya indiğimde, hemen hastaneye gittim. Birkaç saat boş boş bekletilmemin ardından sonunda doktorla görüşebildim. Hastanenin yanlış sevk ettiğini söyledi, aslında İstanbul'a sevk edilmem gerekiyormuş. Hastanedeki tahlil yapılacak cihaz bozukmuş. Bende şans olsa zaten. İzmir'deki hastaneye tekrar gitmemi ve bu durumu anlatmamı söylediler. Yani Antalya'ya boşu boşuna gelmiştim.

25 Haziran 2009 Perşembe

Bölüm 7 - Ayrı Zamanlar

Okulumun ilk dönemi sona ermiş, İzmir'e, ailemin yanına dönmüştüm. Bu sırada O'nunla ayrılığımız kesinleşmişti. Bitmez sanıyordum, bitmişti. Tabi sadece görünüşte. Yoksa aklımdan hiç çıkmıyordu. O'na ne kadar kızarsam kızayım, yine de geri istiyordum. Delicesine geri istiyordum O'nu. Olmazdı, imkansızdı. Bu günlerde yazdığı mesajlarla birbirimizi çok daha fazla kırdık. İletişim kurmaya çalışsak da, derdimizi birbirimize anlatamıyorduk bile. Karşılıklı bağırışmaktan başka birşey yapmadığımız için, artık telefonda bile konuşmuyorduk. Mesajların hepsi kin ve nefret dolu hatta bazıları hakaret içerikli bile oluyordu. Tanıyamıyordum. Biz gerçekten bu muyduk?
O'nsuz yaşam nasıl olacaktı? Hayatımdan çıkması beni nasıl etkileyecekti? Bu sorunun cevabını o zamanlar asla öğrenemedim. Hele üç gece ard arda rüyamda O'nu gördüğümde, ne yapmam gerektiği konusunda gerçekten tam bir şüphe içine düştüm. Sarıldım, O'na sıkıca sarıldım, bırakma beni diye yalvardım. "Bırakmam" dedi, sevindim. Uyandığımda rüya olduğunu anladım. Ağladım, bağırdım, düşündüm. Bu rüyaların bana bir mesaj vermeye çalıştığının çok sonra farkına vardım. O rüyalardan sonra O'nu arasaydım, her şey çok farklı olabilirdi. Üzücü olayların büyük bir kısmı yaşanmayabilirdi. Olayları değiştirmek benim elimdeyken, bu fırsatı kullanmadım. Pişman olduğumda ise çok geç olmuştu. Neden böyle davrandığına bir anlam veremiyordum. Mantıklı bir açıklama yapamıyordum kendime. Değişmişti. O hiçbir zaman kabul etmese de, Antalya'ya döndükten sonra çok değişmişti. Yeni edindiği arkadaşlar, içine girdiği yeni ortamlar, O'nun gözünü boyamaya yetmişti.
Birkaç günlüğüne Antalya'ya, gezmeye gitmiştim. Yıllar sonra ilk defa O'nsuz Antalya'daydım. İçimde bir hüzün, O'na mesaj attım. "Keşke sen de burada olsaydın" yazdım. Yine anlaşamadık. Beni sinirlendirecek bir dolu cümle yazmıştı yine. Kesin kararımı vermiştim. O değişmedikçe, ilişkimizin bir şansı olduğunu düşünmüyordum. İlk adım olarak da bazı arkadaşlarıyla artık görüşmemesini istiyordum. Şiddetli bir şekilde bu isteğime karşı çıkıyordu. Tanışmamızın ilk aylarındaki O olsa, böyle mi davranırdı? Bana mailler dolusu güzel cümleler yazan, beni asla kırmayan, O'nu sevdiğim için yaşadığı mutluluğu gözlerinin içinden okuduğum kişi, ne kadar da farklıydı artık. Her hareketimde bir art niyet arayan, bana hiç güvenmeyen, O'na olan kocaman sevgimi görmezden gelen birine dönüşmüştü.
Antalya'dan İzmir'e dönerken, birkaç gündür beni ısrarla aramasının ancak benim cevap vermememin ardından, "Eskişehir'e gelir misin?" diye bir mesaj geldi. Ne yani, kabul etmiş miydi şartlarımı? Şartlar... İlişkide şart mı olur? O zamanlar o kadar çaresizdim ki, gözlerim bağlı, tek bir düşüncenin peşine takılmıştım. Tabi ki hayır, şartlarımı kabul etmemişti. "O zaman gelemem" dedim. Beni ezip geçmesi bana o kadar dokunuyordu ki. Birkaç gereksiz kişi için beni harcaması, canımı yakıyordu. "Duy sesimi, seni çok seviyorum" diye haykırıyordum içimden, ancak bunun bile hiçbir faydası yoktu. Anlamıyordum. O'nu anlamıyordum.

23 Haziran 2009 Salı

Bölüm 6 - Adı Eski Kendi Yeni

İzmit'ten döndükten sonra şans eseri bir arkadaşı O'na Eskişehir'de bir iş ayarlayacağını söyledi. Birkaç gün içinde Eskişehir'e gitti ve işe kabul edilmişti. Üstelik çalıştığı şirket O'na eşyalı bir ev de tahsis etmişti. Telefonda konuştuğumuz sırada evi geziyor ve "Arka tarafta bir oda var orası çok hoş, umarım o odayı ben alabilirim" diyordu. Evet, evde tek başına kalmayacaktı. Zaman zaman patronu da onunla beraber kalacaktı.
Birkaç gün içinde eve yerleşmiş, işine alışmıştı. İkimiz de mutluyduk, İzmit'te olsa çok daha güzel olurdu ama yine de iş bulması beni çok sevindirmişti. O'nu ve kaldığı yeri görmek için sabırsızlandığım günlerin içindeydim. Yeni yıl yaklaşmıştı ve o sıralar evde tek başınaydı. Yanına geleceğimi söyledim. Çok sevindi. Derken ertesi gün otobüse atlayıp Eskişehir'e gittim. Vardığımda O daha işyerindeydi. Eskişehir'e ilk kez geldiğimden şehrin hiçbir yerini bilmiyordum. Telefonda bana tarif ettiği kadarıyla çarşıdaki bir alışveriş merkezini buldum ve orada vakit geçirmeye başladım. Zaman ilerledikçe heyecanım artıyordu. Bir süre sonra telefon edip nerede olduğumu sordu. İşten çıkmış, yanıma geliyordu. O'nu Eskişehir'deki ilk görüşümü hiç unutamıyorum. Alışveriş merkezinin kapısından girdiğinde hemen yan taraftaki bankta oturuyordum. Kafasında beresi, ayağında kot pantolonu ve elinde işyerinden verdikleri laptop vardı. Hemen O'na doğru yürümeye başladım ve sıkıca sarıldım. Haftalardır yüzünü göremediğim sevgilim yanımdaydı yine. Beraber birşeyler yedikten sonra evine doğru yürümeye başladık. Yol boyunca yaşadığım mutluluğu anlatacak bir kelime bulamıyorum. Beraber keşfedeceğimiz yepyeni bir şehir, istediğim zaman gelebileceğim kendi başına yaşadığı bir ev, her zaman istediği gibi kendi sektörüne ait bir iş. Daha ne isteyebilirdim ki?
Evine geldiğimizde, hem bulunduğu yerle olsun hem de içerisiyle olsun çok hoşuma gitti. Hem çarşıya yakındı hem de eşyalı olması sebebiyle içerisinde ihtiyacımız olabilecek birçok eşyayı barındırıyordu. Yatağında ilk defa beraber uyuduğumuzda, O'nunla beraber uyumayı ne kadar özlediğimi hatırladım. O, benim için çok özeldi, yıllarımı paylaştığım, biricik sevgilimle farklı farklı zamanlarda birçok güzel şey yaşıyorduk. Hoşuma giden de buydu. Sabah uyanıp işe gittiğinde ben de evde tek başıma kalmıştım. Hazır O yokken, evi temizleyip, odasını ve dolabını topladım. Akşam eve döndüğünde sonuçtan çok memnun kalmıştı.
Yılbaşı günü işten eve döndüğünde O'na yemek yaptığımı görmüş ve çok sevinmişti. Yılbaşını, tıpkı tanışmamızın daha bir ayı dolmadan olduğu gibi, yine beraber geçirmiştik. İzmit'e dönme vaktim gelmişti. Eskişehir'e olan bu ilk ziyaretim, unutamayacağım anılarla dolu bir ziyaret olmuştu. Fakat geri döndüğümde bu kadar güzel giden her şeyin ardından, yine pürüzler ortaya çıkıyordu. Derken, bir gece çok büyük bir şekilde tartıştık ve O'ndan ayrılmıştım. Yaptıklarına daha fazla katlanacak gücüm kalmadığını hissediyordum. "Tekrar eski günlerimize döndük" derken, birdenbire bu olayların olması, sel altında kalıp yıkılan bir köprü gibi beni parçalamıştı. Her şey mükemmel giderken, olayların iç yüzünü görmek, O'na karşı zar zor oluşturabildiğim güvenimi tekrar sıfırlamıştı. İşler yine umduğum gibi gitmemiş, bir şekilde beni yanıltmayı başarmıştı. Bu güzel ilişki, böyle bitemezdi...

21 Haziran 2009 Pazar

Bölüm 5 - Evsiz

Mezuniyet töreninin bitmiş olmasının verdiği rahatlık artık İzmit'teki son günlerimin çok daha kolay geçmesini sağlıyordu. Şimdi sırada okuldan çıkışımı alıp, 5 yıldır kaldığım evimi boşaltmak vardı. Bütün bunları yaparken sanki okulum bitmemiş, yaz okulunda tekrar geri dönecekmişim gibi hissediyordum. Ancak ailem ilk geldikleri günden beri eşyalarımı yavaş yavaş da olsa toplamaya başlamıştı. Evimin, eşyalarımın azar azar azaldığını görmek, insanın içini burkuyordu.
Okuldan çıkışımı alıp eve döndüğümde, yanımda arkadaşım Mehmet vardı. Onu da İzmit'te, arkada bırakacaktım. Belki uzun zaman görüşemeyecektik. Herşeyimi paylaştığım, beni çok iyi anlayan, beraber şarkılar söylediğim dostumla ayrılıyorduk.
Bana zor günlerimde destek olan, beni düşünen, bana birçok konuda özellikle de nasıl giyinmem gerektiği konusunda yardımcı olan dostumun boşluğu hep içimde olacaktı. Birlikteki son günümüzü iyi değerlendirmek istiyordum. Beraber n'city'ye gittik. Diğer bir arkadaşımız Semih de bize katıldı ve çok güzel vakit geçirdik. Sohbetlerimizi, beraber gezmeyi, puanlama yapmayı çok özleyeceğim. Klasik bir laf, evet ama her güzel şey gibi, bu günler de elbet bitecekti. Her zaman bana bir telefon kadar yakın olsalar da, arkadaşlarımı hep arayacağım.
Beş sene önce babamla beraber İzmit'e gelip kiralık ev aradığımızda, ilk ve tek baktığımız evdi bu ev. O zamandan beri çok değişti tabi, ilk günlerimde ne televizyonum vardı ne de bilgisayarım. Sonraları o kadar alıştım ki. Zaman içinde evimin yeri bende çok farklı oldu. O evde yaşadıklarım, hani derler ya her köşesinde bir anım var diye, benim de aynen öyle oldu. Her odasında onlarca hatıram vardı. Duvardaki posterlerimi tek tek sökerken, içimden ağlamak geldi. Hele eşyaların taşınıp, İzmir'e döneceğimiz gün, evde tek bir parça eşya kalmadığında, eski odamda durup, duvarlara baktım. Bitmişti, gidiyordum. Kendimi çok kötü ve bunalmış hissettiğimde, bağırdığım duvarlar, bana cevap veremeseler de dertlerimi anlattığım posterler, arkadaşlarımla birçok şey paylaştığım odalarım artık yoktu. Orada neler yaşamış olursam olayım, artık kendime ait bir evim yoktu. Ailemin yanına mahkumdum artık.
İnsan düşününce, bu kadar alıştığı bir şeyden hemen kopamıyor. Yaşadığım tüm şeylerin benimle sonsuza dek kalacağını bilmek, içime bir nebze de olsa su serpiyordu. Ne olursa olsun anılarım hep benimle beraber olacaktı.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Bölüm 4 - Sarı Sayfalar

Okulum açılmıştı artık. İzmit'teki öğrenci hayatım yine eskisi gibi, bazen sıkıcı, bazen yorucu bir şekilde devam ediyordu. Neyse ki O'nun yanıma geleceğini öğrendikten sonra yine tatlı bir telaş başladı bende. Hazırlıklar yapmış, O'nun tekrar evimdeki boşluğu doldurmasını bekliyordum. Nihayet geldi, bu sefer birkaç gün değil, daha uzun kalacaktı. İnternetten oynadığı, hatta beni de müdavimi yaptığı oyundan arkadaşı Ahmet, yanımıza gelicekti. O'nun yanında her ne kadar rahat davranamasak da, böyle heyecanlar da insana farklı geliyordu bazen. O'nu gizli gizli öpmek, elini birkaç saniyeliğine tutmak değişik bir duygu katmıştı her zaman ilişkimize.
O günlerde yeni yeni moda olan facebook çılgınlığına biz de sonunda katılmıştık. Gerçi o zamanlar ne kullanmayı biliyorduk ne de ne işe yaradığını. Güneşimi lekeleyen, vücudumu zincirleyen, elimi ayağımı tutmaz hale getiren durumlara facebook'un sebep olacağını bilseydim, bu işe hiç kalkışmazdım. Ama yine de, şu an anlıyorum ki, ben ne yaparsam yapıyım, O kafasında bir plan çizmişti ve uygulamaya geçirmek için sadece bir işaret bekliyordu. Zaten O hep kendi istediği gibi davranmıştı, O'nu deliler gibi sevmem, en önem verdiği şekilde davranmam artık O'nu etkilemiyor gibiydi.
İzmit'te işe girmek için en fazla çaba gösterdiği zaman olmuştu bu gelişi. O sıralarda daha inşaat halinde olan "n'city" adlı alışveriş merkezinin şantiyesine az gitmemiştik beraber. Daha sonraları arkadaşlarımla uğrak mekanım olacak olan n'city'yi her ziyaretimde, O'nunla beraber iş başvurusuna gittiğimiz anlar aklıma geliyor, içimden birşeyler kopuyordu sanki. Aldığımız tüm cevaplar olumsuzdu. Mezuniyet sonrası sektöründe deneyimsiz olduğu için hiçbir firma O'nu kabul etmiyordu. Kapı kapı dolaşıp iş aramamız bir işe yaramamıştı. Yine yanyana olamayacaktık, Antalya'ya dönmek zorunda kalacaktı. Geceleri yine film izliyor, beraber güzel vakit geçiriyorduk. Ancak her zamanki gibi yine gitme vakti gelmişti. Yalnız bu sefer ikimizin de bilmediği bir durum sözkonusuydu. Bu O'nun İzmit'e son gelişi olucaktı. Bir daha ne evimizi, ne İzmit'i, ne de n'city'nin bitmiş halini görmeye fırsatı olacaktı. Çaresizce istememe rağmen bir daha hiç yanıma gelemedi. İlişkimizin başladığı evimiz, O'nu bi daha hiç görmedi.

Bölüm 3 - Neler Oluyor Bize?

Yaz okulum bitmiş, ayrılma vaktimiz yaklaşmıştı. Abim, İzmit'e geleceğini söyledi. O da bu sayede hem abimle tanışacak hem benimle beraber bir gün daha kalmış olacaktı. Abim geldikten sonra ben, o, abim ve kız arkadaşı birlikte mangal yaptık, güzel vakit geçirdik. Sonra gitme vakti geldi. O'nu Antalya'ya uğurladıktan bir süre sonra ben de İzmit'e, stajımı yapmaya dönecektim.
Staj zamanı geçen sene de olduğu gibi sadece telefonda görüşebiliyorduk. Aramız, bir süre önceye göre daha iyiydi, yazın yaşadığımız o korkunç kavgaların etkisini atıyorduk üstümüzden. Ancak değişen birşey vardı. Benden sıkıldığını hissediyordum. Her zaman bir arayış içindeydi zaten ama bu seferki durum bunu daha da belirgin bir hale getirmişti. Yazın internet aracılığıyla tanışıp görüştüğü, sonradan "arkadaş olduk" diye açıkladığı çocuk bile benden daha önemli olmuştu sanki. Bu dönemde kıskançlığım, paranoyam ve güvensizliğim tavan yapmıştı. Bunun sebebi O'nun hareketlerinden başka birşey değildi. Acaba ben O'nun için hiç herşeyden önemli oldum mu? Bu sorunun cevabını araştırırken hissettiklerim adeta yüreğimi paramparça eden bir matkap gibi acıtıyordu canımı.
Evet, artık ilişkimizde iki kişi değildik. Başka başka insanlar dahil oluyordu ilişkimize ve ben buna engel olamıyordum. Artık çoğu durumda bana karşı geliyordu, zaten kavgalarımızı başlatan nedenlerden biri de buydu. O'na olan sevgimin büyüklüğüne güvenerek, olayları görmezden geliyordum. Sonradan anladım ki, önemli olan O'nun sevgisinin büyüklüğüydü. Çünkü yaşadıklarımız, arayışları, yeni heyecanlar peşinde koşması, belki de benden sıkılmasından dolayı bana olan sevgisi günden güne kayboluyordu. Bunu çok sonraları fark ettim.
Stajım bittikten sonra Antalya'ya gittim. Çok özel birşey yaşamadık, yanyanaydık, O'nun evindeydik, cafedeydik. Günler yine güzel geçmişti ama artık rutine binen "Nasıl olsa birkaç gün sonra yine yanyana olamayacağız" düşüncesi hakimdi ikimizde de. Artık birbirimize veda ederken ağlamıyorduk. İçimdeki her şey paramparça oluyordu ama neden bilmiyorum, bu beni ağlatmaya yetmiyordu. Üzüntüm, kronikleşmişti artık. Taşıma suyla dönüyordu değirmen, ikimiz de bu durum hiç bitmesin istiyor, kendimizi kandırıyorduk. Yaşadıklarımız, bu düşüncelere rağmen güzel şeylerdi. Beraber vakit geçirmek her zaman güzeldi, ancak O'nun davranışları nedeniyle içimi kemiren kötü düşünceler yavaş yavaş kuyumuzu kazmaya başlamıştı.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Bölüm 2 - Kaldığı Yerden Devam

Mezuniyetin verdiği tatlı yorgunlukla eve döndüğümde, çoktan biten ilişkimizin geçtiği aşamaları düşündüm. Çok şey yaşamış, çok da yıpranmıştık. Çok zor günler geçirmiştim, hâlâ da geçiriyordum belki de. Ama yine de o günleri düşününce, kangren olmuş ve kesilmeye mahkum bir parmağın son çırpınışlarından başka birşey olmadığını şimdilerde daha iyi görebiliyorum. Geriye dönüp baktığımda, ilk kez ayrıldığımızda yaşadığımız günleri hatırlıyorum.

İzmir'e döndükten sonra, ayrılmış olmanın verdiği melankolik duygular beni boğmaya başlamıştı. Defalarca benden ayrılmaya çalışmıştı ama hep ben mani olmuştum. Sanırım bu sefer geri dönüşü yok diye düşünürken kafayı yiyecektim. Yaz okulumun başlayacak olması nedeniyle İzmit'e dönmek zorundaydım. Birbirimizi hâlâ seviyor olmamızın verdiği güçle zaten hiç kopmayan iletişimimiz, tekrar alevlenmişti.
Hayır. Ayrılmamıştık. Bir şekilde yine barışıp ilişkimize tekrar can vermiştik. Ancak bizi bekleyen günlerden haberdar değildik. Hâlâ hatırladıkça canımı acıtan birçok kötü anıdan sonra, hayatımda en fazla kırıldığım bir dönemi geride bıraktım. Ancak hiçbirşey eskisi gibi değildi artık. Birbirimizi deli gibi seviyor olmamıza rağmen, kırmaktan hiç çekinmiyorduk. Beni çok iyi tanıdığından, beni en çok neyin yaralayacağını da iyi biliyordu.
Neredeyse her telefon konuşmamızda tartışmamıza rağmen, birbirimizi görebilmek için can atıyorduk. Yaşadığımız üzücü olaylar ona olan özlemimin iyice artmasına neden olmuştu. Yaz okulum başlamıştı ve İzmit'teydim. Bu dönemdeki hatalar zinciri arasında birden kafama esti ve atlayıp Antalya'ya, O'nu görmeye gittim. Servisten indiğimde beni yazıhanenin önünde bekliyordu. Buz gibiydi ilk başta, kendimi kollarına bırakıp ağlamak istedim. Uzun uzun ağlamak... Akşam olmuştu, konuşa konuşa cafeye gidiyorduk. Arkadaşları orda bizi bekliyordu. Yol boyunca kalbimi avcunda sıkmaktan canımı o kadar acıtmıştı ki. Bu acının çok daha kötülerini ileride duyacağımı bilmeden yola devam ediyordum.
Yanımdaki gerçekten O muydu? Nasıl bu kadar değişmişti? Ben de aynı kişi miydim? Son Antalya gezimden sonra O'nu bir daha göremeyeceğimi düşünmüştüm. Yaz boyunca yaşadığım acı dolu günler bana hem ders olmuştu hem de canımı çok yakmıştı. Geçirdiğimiz onca kötü güne rağmen sonuçta yine birlikteydik. Her zaman önemli olan bu değil miydi? Ne yaşarsak yaşayalım beraberken her sorunun üstesinden gelebilirdik. Ancak gerçeği fark etmem uzun sürmedi. Artık işler bu şekilde yürümüyordu.
Cafede güzel vakit geçirdik. Tekrar elini tutmanın verdiği heyecan içimi kıpır kıpır yapmıştı. Eski günleri düşünüp üzülmeme gerek yoktu artık. Bitmişti kötü günler. Okulum olduğundan dolayı yanında çok fazla kalma fırsatım olmadı. Yine de O'nu tekrar görmek, elini tutup onu doyasıya öpebilmek anlatılamaz bir duyguydu. Çok özlemiştim onu. İzmit'e geri döndüğümde herşey yoluna girmişe benziyordu. Yakında yanıma, İzmit'e geleceğini söyledi. Yaz okulum bitmesine yakın durumlar iyice kesinleşti ve sınavlarım biter bitmez yanıma geldi. O'nu İzmit'te, evimizde görmek, eski günlerin yeniden canlanması gibi bir etki yarattı gözümde. Oysa sadece vücudu burda gibiydi. Ne ben eskisi gibiydim, ne de O. Evet, deli gibi seviyordum hâlâ, ölesiye aşıktım. Ancak yaşadığımız olaylar birbirimize olan güvenimizi sıfırlamıştı. Birbirimize bir daha asla güvenemedik. Bu çok acı verici bir gerçekti. Günler geçiyordu ve biz büyük kavgalar ediyorduk. Arkadaşım Mehmet bütün olanlara şahit oluyordu. Kavgalar bitip, birbirimize tekrar sıkı sıkı sarıldığımızda bile içimde birşeyler yolunda gitmiyordu. Tekerlekleri kırık, atı topal bir kağnı gibi ilerliyordu ilişkimiz. Ben aramızın eskisi gibi, ilk tanıştığımız günlerdeki gibi olması için gerçekten çaba göstermeye başlamıştım. Bilmiyordum ki, bu artık imkansızdı. İlişkimiz çıkmaz bir sokağın en başındaydı artık.

Bölüm 1 - Senden Önce, Senden Sonra

"Mezuniyet töreninde seni izleyen, sana aşık bir çift göz olucak. bu aşk sonsuz aşkım" yazmıştı bir mesajında. Evet, sonunda okulum bitiyor, mezun oluyordum. Mezuniyet günü benim için hep, sanki hiç ulaşamayacağım bir gün gibiydi. Okul hayatımdaki iniş-çıkışlardan dolayı, okula başlamamdan tam altı sene sonra bitiriyordum okulu. İyisiyle kötüsüyle geçmişti altı yıl.
O gün bir telaş, bir heyecan kaplamıştı içimi. Okula gidip tören saatinin gelmesini beklerken, arkadaşlarla fotoğraf çektiriyor, mezun olmanın verdiği sevinçle objektife gülümsüyordum. Sonunda bitmişti okulum, yıllardır beklediğim bu an gelmişti. Bir zamanlar beklediğimiz bu an. Okulum, beraber yaşamamızın önündeki en büyük engellerden biriydi. Bizi ayrı şehirlerde olmaya zorlayan, değiştiremeyeceğim bir etkendi. Okulumu bitirmemdeki en büyük etken bu durumun bir an önce sona ermesini sağlamak, O'nunla hep beraber olmaktı. Ama O yoktu artık. Hayatımda değildi. O gün törende bana aşık bir çift göz yoktu. Hep hayal etmiştim o gün yanyana olmayı, mezuniyet sevincini paylaşmayı, artık hep birlikte olmamızın ilk adımını kutlamayı. Yanımda olmayı bırak, mezuniyetimi tebrik bile etmedi. İçimde hâlâ barınmakta olan sevgisi, bu günden yeterince zevk almamı engelleyen bir güç gibiydi. Hele bir de canını sanki dikenler üzerinde yürüyormuşcasına her saniye acıtan gerçekler, yüzümdeki tebessümü gölgeliyordu. İlk ayrıldığımız zamanlarda kendime hep "O'nsuz okulum bitmiş ne faydası var artık" diye soruyordum. Hayatımın anlamını, O'nunla beraber yitirmiştim ve geri kazanmak hiç de kolay değildi.
Evet, bana aşık bir çift göz yoktu belki ama beni seven bir sürü insan vardı yanımda. Ailem benimle beraberdi, Mehmet bu mutlu günümde beni yalnız bırakmamıştı, birlikte birçok anımız olan sınıf arkadaşlarımla belki de son kez bir aradaydık. Tören göz açıp kapayıncaya kadar geçti aslında. Kepleri havaya fırlatmamızın hiç bu kadar değişik hissettireceğini düşünmemiştim. Mezundum artık, önümde kocaman bir hayat beni bekliyordu. Tabi geride bıraktığım bir o kadar büyük bir hayatın ardından... Anladım ki, yaşam boyu insan yalnız da olsa, bir birlikteliği de olsa, bir şekilde yalnızlığa mahkum oluyor. Birey olarak her birimizin gayeleri farklı. Bir süre sonra seninle beraber yürümek istemeyenler, farklı yolları seçebiliyor. Yol ayrımında gidenin arkasından bakmak yerine kendi yolunda devam etmek en iyisi galiba. Eski alışkanlıkları bırakması nasıl zorsa, bunu başarmak da bir o kadar zor. Çocukluğumdan beri yediğim tırnaklarımı, ayrıldığımız gün aldığım bir kararla artık yememeyi başarabildiysem, bunu da başarabilirdim değil mi?