27 Haziran 2009 Cumartesi

Bölüm 10 - Paramparça

Antalya'ya yaptığım ziyaret, bana geçen sene yaşadıklarımı hatırlattı. Hayatımdaki en zor zamanlardan birine girdiğim bir dönemdi. O'nunla yaşadıklarımız, sona yaklaştığımızı gösteriyordu.

Okulumun bahar dönemi başlamış, ben de İzmit'e dönmüştüm. Artık ne arıyor ne de mesaj atıyordu. Son mesajlaşmamızdan beri ben de O'na yazmıyordum. Yazmayacaktım da. Tanışalı iki seneyi geçmişti ancak güvendiğim sevgimiz artık bizi kurtaramaz hale gelmişti. Hareketleri de bunu sanki kanıtlar nitelikteydi. Bana gururumu ezip geçmeyi öğreten kendisi, gururuna yenilmişti. Bekledim, günlerce, gecelerce bekledim mesaj atmasını, aramasını. Nafileydi.
Sevgililer günü yaklaşmıştı. Eğer arayacaksa, o gün kesin arar diye kendi kendimi kandırmaktaydım. Diliyordum, umuyordum ve çaresizce bekliyordum. Bu sırada içimde patlayan volkanlar, korların üstünde yürür gibi içimi yakıyordu. Yarın ne olacağını bilmemek, O'ndan kopmak isteyip de bir umut da olsa haber geleceğini düşünmek çok acı vericiydi. Aklımda binbir soruyla, günlerim geçerken, arkadaşım Mehmet, durumdan haberdar olduğu için, biraz değişiklik olsun diye beni dışarı çağırdı. Biraz da olsa çıkıp gezmek iyi gelmişti. Oturup konuştuğumuz sırada, Mehmet'ten öğrendiğim haberle yıkıldım.
"O'na sevgililer gününe kadar şans veriyorum, o zamana kadar aramazsa, artık ben de kendi yoluma gideceğim" dediğimde, Mehmet'in yüzündeki ifadenin değişmesinden anlamıştım birşeylerin ters gittiğini. İlk başta söylemek istemese de, ısrarım sonucu öğrendim bildiklerini. O, belki barışmak ister, yaşadıklarımızdan dolayı üzgün olduğunu söyler diye beklediğim O, yeni birisini bulmuştu! Ne kadar aptalım! Ne boş hayaller, ne imkansız düşünceler peşindeymişim meğer. Duyduklarımla yıkılmıştım, başımdan aşağı dökülen kaynar sular beni paramparça etmişti. Boğazıma düğümlenen soruları tek tek Mehmet'e sorduktan sonra olayın ayrıntılarını da öğreniyordum. Nasıl yapabilirdi bunu? Son mesajlaşmamızın üzerinden sadece birkaç hafta geçmişti. Ne çabuk bulmuştu yeni bir sevgili? Ne çabuk atlatmıştı ayrılığı? Üstelik sevgilisi, arkadaşım Mete'nin yıllar önce tanışıp bana bahsettiği kişiydi. O'nunla bu çocuğu asla ama asla beraber düşünemiyordum. Olamazdı.
Eve döner dönmez, O'nu engelleyip sildiğim facebooktan, çok uzun bir mesaj yolladım O'na. Tüm içimdekileri kustum, tüm kinimi ortaya döktüm, canımı acıtan en küçük ayrıntıyı bile yazdım. Ağlıyordum, bağırıyordum. O'nun umrunda bile olmadığımı bilmek, beni harap ediyordu. Derken, O'ndan cevap geldi. O da yazmıştı uzun uzun. "Sevgilim olduğunu öğrenince mi bana mesaj atıyorsun, bu zamana kadar aklın neredeydi?" yazmıştı. "Seni çok bekledim ama gururun ilişkimizi bitirdi. Şimdi çok mutluyum, yüzüklerimizi bile aldık" demişti. Ne demekti bu şimdi? Cümlelerini okudukça, duvarlar üzerime yıkılıyordu sanki. O an ölsem daha iyiydi. Yüzük almak neydi ya? Çok mutluyum ne anlama geliyordu? Birkaç yazışmadan sonra, beni engellemiş, O'na ulaşamaz olmuştum. Okuduklarım, öğrendiklerim, bana ileriki günlerin çok ama çok kötü geçeceğini haber veriyordu. Acım, nefes almamı bile zorlaştırmıştı. Nasıl sakinleşeceğimi bilmiyordum. Sakinleşemiyordum, dayanamıyordum. O'ndan neler beklerken, O tam tersini yapmıştı. Yaptıklarının aklımın ucundan bile geçmemesi, yaşadığım şaşkınlık ve tarif edilemez üzüntünün dozunu onlarca kat arttırmıştı.
Bir akşam arkadaşım Bertan'la konuşup, olanlardan bahsettiğim sırada, bana söylediği şeylerle şok oldum. Geçen hafta Eskişehir'de olduğunu, O'nunla iki gece görüştüğünü, ikinci görüşmelerinde yanında Olcay'ın da olduğundan bahsetti. Tabi ben bu durumu öğrenince Bertan'ı soru yağmuruna tutmuştum. "Ne durumda? Sağlığı nasıl? Benden bahsetti mi?" gibi soruları sorarken, alacağım cevaplar da beni korkutuyordu aslında. Yeni bir ilişkiye başlamaktan korktuğunu söylemişti Bertan'a.
O'na ulaşmak için artık telefonuna mesajlar atıyordum. Ama hayır, saçma sapan şeyler değil, O'na gerçekten söylemek istediğim şeyleri yazıyordum. Hiçbirisine cevap vermiyordu. Etkili olacağını düşündüğüm, ilişkimizin en başından beri yaşadığımız güzel anıları özetlediğim upuzun mesajım bile karşılıksız kalmıştı. En sonunda "Sana son birşey soracağım, sonra seni rahatsız etmeyeceğim" yazdım ve beni sevip sevmediğini sordum. Cevap geldi. "Seviyorum ama sadece arkadaş olarak." demişti. "Peki, onu seviyor musun?" yazdığımda ise "Evet, Olcay'ı seviyorum" yazdı. Diyecek birşeyim yoktu artık.
Aynı hislerle, her biri birbirinden kötü ve acı verici günler geçmeye devam ederken, kendime engel olamayıp telefonuna attığım mesajlara da artık cevap gelmiyordu. Birşey yapmalıydım çünkü bu duruma katlanamıyordum. Ne yapabilirdim ki? Artık bir sevgilisi vardı, belli ki beni istemiyordu. Yok, bu doğru olamazdı. Aksini ispatlamalıydım, bir şekilde yapmalıydım. Çok ani bir düşünceyle, Eskişehir'e gitmeye karar verdim. Hiçbir arkadaşımın bu durumdan haberi olmayacaktı. O'nun Eskişehir'de olduğundan bile emin değilken, yanında yeni sevgilisinin olup olmadığını bile bilmiyorken ya da beni görmek isteyip istemeyeceğini düşünmeden, gözümü karartıp gidecektim. Oradaki arkadaşım Muzaffer'e haber vermiştim bir tek. Yolunda gitmeyen birşey olursa ve gece yanında kalmak için Muzaffer'i arayacaktım. Gece otobüse bindim. Günün ilk ışıklarıyla Eskişehir'e indiğimde, zor saatler beni bekliyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder