30 Aralık 2009 Çarşamba

Bölüm 35 - Kapanış

Hayır, Antalya ziyaretimde neler olduğunu, sonrasını, O'nunla ilgili yeni gelişmeleri yazmıyorum artık. Artık hiçbirşey yazmıyorum. Hayatımı bölümlere, dönemlere ayırmıyorum artık. Böylesi çok daha iyi oluyor. Blog yazdığım dönemler de geride kaldı hayatımda. O kadar çok şey oldu, olmakta ki, bazen yetişemiyorum. Kalbimin içine düştüğü kuyu, yakında hiç güneş almayacak. Kalbimi kuyudan çıkartmanın bir yolunu arıyorum. Kalbim, aslında içinde bulunduğu durumdan çok memnundu ancak karanlık geçecek günlerin önüne geçmenin tek çaresi de şimdiden önlem almaktı. Gördüğüm ilgi, çok kolay etkilenmemi sağlamıştı. Bu özel hisleri bir daha hissedeceğimi düşünmemiştim ve bugüne kadarki "denemelerimde" neyin eksik olduğunu bulmuştum. Tutku.
Bütün yaşadıklarım bir yana, bu yeni hayatım, beraberinde yeni arkadaşlar, yeni ortamlar, yeni zevkler getirmişti. Elimde bol bol zaman vardı artık. Değişim, gelişim ve iletişime ayırdığım günler, meyvesini vermeye başlamıştı. Somutun yanında soyutlar çoğalmıştı tekrar. Önceden hiç hissetmediğin duyguları, ne yaşamış olursan ol, hissedebileceğini öğrenmenin verdiği yaşama sevinci beni tekrar kendime bağlamıştı.
Gidenlerin veya gelenlerin değil, önemli olanın "sen" olduğu bir dünyada, bunu bir hayat felsefesi olarak belirleyebilme başarısını gösterebilmek, kolay değildi. Her gelen, her giden gibi sana çok şey katıyordu aslında. Amaç neydi? Mutluluk mu? Hadi o zaman mutlu olmaya :)

15 Eylül 2009 Salı

Bölüm 34 - Bunun Adı Ayrılık

Askerlik işlemleri bitmişti, artık haftalardır ertelediğim Antalya gezisine çıkabilirdim. Bu işlerle uğraşmaktan dolayı meşgul olan kafam, boş kaldığı anda tekrar karamsarlığa düşüyordu bazen. Bu süre zarfında O'nun Tarık'la beraber tatile gittiğini öğrendim. Bu durum içime öyle bir oturdu ki, o an nefret ettim O'ndan. 3,5 sene boyunca hep konuşurduk bu konuyu, hep planlar yapardık. Şimdi o planları başkasıyla gerçekleştirmiş olması gerçekten acı vericiydi.
Ama duyduklarım bu kadarla sınırlı değildi. O ve arkadaşları, hep beraber tatile gitmişlerdi. İşte ne olduysa bu tatil sırasında olmuştu. Yaptıkları, henüz yeni olan ilişkisine bile saygı duymadığını gösteriyordu. 3,5 senelik sevgilisini aldatan biri, sadece bikaç aydır tanıdığı sevgilisi neden aldatmasın ki? Sahte bir zemin üzerine kurulu bir ilişki daha su yüzüne çıkmıştı. Ama artık bu durum beni ilgilendirmediğinden, adaletin yerini bulmasını sağlamak bana düşmezdi. Sadece üzülüyordum. Benim tanıdığım O, böyle biri değildi. Neydi bu kadar çaresizce aradığı ki, insanları aldatmak, onlara yalan söylemek zorunda kalıyordu?
Bu olayları öğrendiğim anda, O'nunla konuşmak istedim. Sormak istedim neden böyle davrandığını. Yapamazdım. Bunun ne yeri, ne de zamanıydı. Üstelik bana neydi ki? Yine de dayanamayıp mesaj yazdım. Hatrını sordum. Ancak beklediğim gibi ne cevap geldi ne de başka birşey.
Antalya gezimden birkaç gün önce, Şule'lerin yazlığına gittik. Şule de Antalya'ya gideceğini, istersem beraber gidebileceğimizi söyledi. Tam bu sırada O'na attığım mesajın cevabı geldi. Tam 2 gün sonra. "İyiyim sağol sen nasılsın?" yazmıştı. O'na birşey söylemek istemiyordum artık. Tek isteğim bu yazdıklarımdan haberi olmasıydı. Okur veya okumaz bilmiyorum ama yine de O'na söylemek istedim. Çünkü büyük çoğunluğu O'nunla ilgili olan yazılardı. Aynen bu şekilde yazdım, "Okursan sevinirim." diye de ekledim. O günden bu zamana kadar O'nunla hiç görüşmedik. Ve bu durum da böyle gidecek sanıyorum.
Antalya'ya gideceğimiz gün gelip çatmıştı. Otobüse bindiğimde Şule de oradaydı. Antalya'da beraber birkaç saat geçirecektik. Yolculuğumuz sırasında ben de Antalya'ya indiğim zaman yapacağım görüşmeleri ayarlamaktaydım. Nihayet Antalya'ya indik ve Şule'nin eşyalarını otele bırakıp dışarı çıktık. Mete ve Bertanla buluşacaktık. Daha sonra Şule'nin İngiliz eşi de bize katılacaktı. Şule beni öğrendikten sonra başka bir gay olarak sadece O'nunla tanışmıştı. Bugünkü buluşmanın beni heyecanlandıran tarafı, Şule'nin yakın arkadaşlarımla da tanışacak olmasıydı.
Alışveriş merkezinde Mete ve Bertan bize katıldığında, Şule'yle muhabbetleri sıcak bir şekilde başladı. Daha sonra eşi de bize katıldı ve beraber yemek yedik. Antalya'daki ilk saatlerim çok güzel geçiyordu. Bertan'la beraber bindiğimiz rollercoaster uzun süredir eğlenmeyi nasıl unuttuğumu hatırlattı bana. Beraber birkaç saat geçirdikten sonra vedalaştık ve ben de teyzemin evinin yolunu tuttum.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Bölüm 33 - Ait Olduğu Yerde

O’na mesaj yazıp, eşyalarını göndereceğimi söyledim. Antalya’daki evine yakın kargo şubesine yollayabileceğimi söyledi. Ertesi gün kargoyu yolladıktan sonra bir mesaj daha attım. Takım elbise için teşekkür ettim. “Umarım onu göndermemişsindir, o sana hediyemdi.” dedi. Hediye olduğunu bilmiyordum, bilseydim onu göndermezdim ama geçmişti artık. “Onu sana geri göndereceğim, istersen at ama onu sana hediye etmiştim.” diye cevap verdi. O’nun tüm hediyelerini sakladığımı ve onlara değer verdiğimi söyledim. “Ben de aynı şekilde.” dedi.
“Her ne kadar bazen kötü şeyler de yaşasak, seninle yaşadığımız güzel şeyleri hep hatırlıyorum.” yazdım cevap olarak. “Benim için de güzel anlardı, benim de hep aklımda.” şeklinde cevap vermesi, beni şaşırtsa da hoşuma gitmişti. “Keşke bir şekilde birbirimizin hayatında olabilseydik, bunu çok isterdim.” yazdığımda ise gelen cevap kanımı dondurmaya yetti. Hep söylediğim gibi, beni nasıl yaralayacağını çok iyi biliyordu. “Keşke, ama bu çok zor. Beni çok seven ve her halimle kabul eden bir sevgilim var.” yazmıştı. “Peki, sen onu seviyor musun?” diye sorduğumda gelen cevap “Evet, hem de çok seviyorum.” oldu beklediğim üzere.
Beni yaraladığını biliyordu, çok iyi biliyordu hem de. Cevabının üzerine diyebileceğim başka bir şey olmadığını söyledim ve “Hoşça kal.” yazdım. Bu manzara tanıdık geldi mi? Neredeyse bir sene öncesinde aynı şeyi yaşamıştım. Ancak gerisi aynı değildi. Beni artık istemediği gerçeğini kabullenmeye daha da yaklaşmıştım.
Olanların üzerinden yaklaşık bir buçuk hafta geçtikten sonra bir sabah, kargodan bir telefon aldım. Bana bir paket olduğunu söylüyorlardı. Aklıma ilk gelen, O’nun takımı geri yollamış olmasıydı. Tam bu sırada kapı çaldı ve gelen kargoculardı. Bir de ne göreyim? Gelen paket, benim yolladığımdı. Şubeden kimsenin almadığını, o yüzden geri geldiğini söylediler. Delirmiştim. Hemen O’nu aradım. Açmadı. Nasıl almazdı paketi? Haberi de vardı oysa ki. Birkaç dakika içinde geri aradı. Paketi neden almadığını sordum. Şu anda Eskişehir’de olduğunu söyledi. Bu bir mazeret değildi ki? Ailesinden biri gidip alabilirdi. “Almadılar işte, tekrar yollayabilir misin?” dedi. “Tamam.” dedim. “Ama içinden takım elbiseyi al.” diye cevap verdi.
Bu sefer paketin O’na ulaşacağından emin olmak için, evine yollayacaktım. İlk başka biraz çekindi ama ısrar edince ev adresini verdi en sonunda. “İçinde bir not falan yok değil mi?” diye sordu. “Hayır, not falan yok, hiçbir şey yazmadım.” dedim. Ne yazabilirdim ki? O istemişti böyle olmasını, düzeltecek biri varsa o da kendisiydi. Ancak bu saatten sonra birşeyleri düzeltmek istediğini hiç düşünmüyordum. İçimdeki minicik umut, çoktan yerini hüzüne bırakmıştı bile. Ve o gün paketi tekrar kargoya verdim.
Artık O’nunla işim bitmişti. Eşyalarını göndermiştim ama bendeki anıları ne olacaktı? Evimde bıraktığı halısı, önce kendi için alıp daha sonra bana verdiği veya bana hediye olarak aldığı t-shirtleri, bana bıraktığı iç çamaşırı, sigarasının külüyle üzerinde bir delik açtığı kaprim, birlikte aldığımız ve yıllarca parmağımdan çıkarmadığım ancak şimdilerde bir kutuya hapsedilmiş olan yüzüğüm, bir numara büyük gelen terliklerim, artık giyemediğim pantolonu ve en önemlisi ben. Hiç düşündün mü, sen gidince sevdiğin neden ağlar? Bana karşı hep ilgisiz olsa da, bu az ilgi bile bana yetiyordu. Şimdi ondan bile yoksun bir şekilde, hayatımın en mutlu günlerinde olmam gerekirken, karamsar günlerim aslında çoktan başlamıştı.

Bölüm 32 - Taş Kalp

Kağan’ın gelmesine sadece birkaç gün kalmıştı. Bense yaşadığım şoku atlatmaya çalışıyordum. Bunca zaman boyunca, hatta bu ilişki boyunca, ne kadar aptal olduğumu düşündüm hep. Ancak, olan olmuştu. Şimdi yapmam gereken Kağan’la geçireceğim günlere odaklanmaktı.
Kağan’ı karşılamak için otogara gittiğimde, beklerken hissettiklerim, merak ve biraz da heyecandı. Birkaç haftadır tanışıyor olsak da, ona ısınmıştım. Sohbeti de çok iyiydi. Tek dileğim, yüz yüze görüştüğümüzde bu hislerimin değişmemesiydi. Otobüsten inip, eve geldiğimizde, aynı telefondaki gibi cana yakın birini buldum karşımda. Onu arkadaşlarımla tanıştıracaktım, ayrıca hafta sonu kutlayacağımız iki doğum günü için yapacağım pastalarda bana yardımcı olacaktı. O günlerde okulda bahar şenlikleri vardı. Akşamları beraber dışarı çıktığımızda, Kağan’ı arkadaşlarımla tanıştırmak için de güzel bir fırsatım olmuştu. Arkadaşlarımın onu sevdiğini düşünüyordum. Ayrıca açıldığım arkadaşlarımın düşünceleri benim için gerçekten çok önemliydi.
Doğum günü kutlaması gelip geçti ve Kağan gün boyunca yardımıma koşmuştu. Geride bıraktığımız birkaç günden sonra, onunla bir geleceğimizin olup olamayacağını düşünmeye başlamıştım. Ondan aldığım elektrik, o an ilişkimizi devam ettirebilecek kadar kuvvetli değildi. Ayrıca O’nunla ilgili öğrendiğim gerçekler, bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Hatta Kağan’a karşı tam anlamıyla dürüst olmadığım için kendimi kötü hissetmeye bile başlamıştım. Hislerimi açıkladığımda bu durum ona göre daha fazla devam etmemeliydi. Bu yüzden evine dönmek istediğini söyledi ve apar topar eşyalarını toplayıp gitti. Çok fazla üzülmedim gittiğine. Çünkü ilk başlardaki gibi hissetmiyordum ona karşı. Belki de duygularımdan tam emin olmadan ona yeşil ışık yakmak bir hataydı. Zaten aklımda O varken, Kağan’la bir ilişki düşünmek çok saçma geliyordu. Gerçi aklımı O’nun meşgul ettiğini yeni fark edebilmiştim. Bundan bir an önce kurtulmam gerekiyordu.
Yapmam gereken son bir şey vardı, ya da elimden gelen mi demeliydim? O, daha biz beraberken, bana içinde birkaç parça eşyasının olduğu bir valiz vermişti. İzmit’e gelip de Antalya’ya giderse, o valizi de götürecekti. Ama hiçbir zaman gerçekleşmeyen İzmit gezisi, buna engel oldu. Ben de artık o valizin sahibine gitmesi gerektiğini düşünüyordum. İçindeki paltoyu, kış boyunca hatta biz ayrıldıktan sonra bile kullanmış olmama rağmen, eşyalar geri gitmeliydi. Elimde O’na ait kalan son şeylerden biriydi bu valiz ve içindekiler. Bana ödünç verdiği takım elbise de dahil, valizdeki tüm eşyaları düzgünce bir kutuya yerleştirdim, en üste de valizi koyarak kapattım. Şimdi yapılacak tek şey, O’na haber vermekti.

25 Ağustos 2009 Salı

Bölüm 31 - Doğum Günü

Bugün O’nun doğum günü. Beraberliğimiz boyunca hiçbir doğum gününde yanında olamadım. Ne tesadüftür ki, O da aynı şekilde. O’nunla hiç doğum günü kutlayamadım. Saat 00:00 olduğu anda, doğum gününü kutlayan bendim evet, ilk arayan bendim. Ancak O’na sımsıkı sarılıp, kocaman öpüp, “İyi ki doğdun!” demenin yerini tutar mıydı? Asla. Belki de neden buydu, ayrılmamızın, ilişkimizin bitmesinin nedeni buydu. Birlikte olmamız gereken anlarda, birbirimize ihtiyacımız olduğu anlarda, hep uzaktık, hep ayrıydık.
O’na ilk doğum gününde, üzerine çok büyük gelecek bir t-shirt almıştım. O bunu hep gündeme getirdi, hep laf soktu. Hatalıydım, hiç dikkat etmeden almıştım. Ertesi yıl, böyle bir durum oluşmasını istemediğimden, O’nun çok sevdiği parfümümden hediye ettim O’na. Son doğum gününde ise ne aldığımı hatırlamıyorum. Aklımdan bir şekilde çıkış olmalı. Sanki kargoya gittiğimi hatırlar gibiyim ama hediye alıp almadığımı hatırlamıyorum. O’nu tanımamdan itibaren dördüncü doğum günü bugün. Ve artık birbirimizin hayatlarında olmadığımızdan, O’nu kutlamam da saçma olurdu. Bana hep derdi “Seninle ayrılsak bile, arkadaş kalmak isterim.” diye. Bu cümlesi ayrılığın sadece ilk zamanlarında gerçekleşiyordu. Gerçi ben O’na hiçbir zaman arkadaşım gözüyle bakmadım. O’ndan hoşlandığım zamanlarda, ayrı bile olsak, O benim arkadaşım değildi. Tabi ki O benim sadece sevgilim olmadı, aynı zamanda arkadaşım, abim, can yoldaşım oldu. Ancak, ayrıldıktan sonra O’nu bir arkadaş olarak görebilmek benim için imkansızdı. Zaten bugün baktığımızda, neredeyse bir aydır konuşmadık. Konuşmadık dediysem, telefonda konuşmayalı aylar oldu. Demek istediğim görüşmedik. Mesajla bile. Ki böyle olmalıydı. Artık beni sevmiyor ki.
“Saplantılı, melankolik aşık, aş artık bu ilişkiyi, yoluna devam et!” diyordum kendime eskiden beri. O gününü gün ederken, ben gecelerce acı çektim, kendimi paraladım, harap ettim. Neden? Çünkü benim gözümdeki ilişkim, bitmemeliydi. Ama dışarıdan her şey çok daha net gözüküyordu. O beni çoktan gözden çıkartmıştı. O’ndan hiç beklemediğim bir şekilde davranmıştı. Beni aldattıktan sonra bile benden O’na geri dönmemi, arkasından koşmamı bekliyordu. Neydi bu bir çeşit test mi? Sevgimizi mi kanıtlıyoruz? Hayır, ben sevgimi bu zamana kadar birçok şekilde kanıtlamıştım ama O bunu hep görmezden gelmiş, benim O’na veremeyeceğim şeyleri benden istemeye başlamıştı. O beni çoktan gözden çıkartmıştı. Hareketleriyle, güzelim ilişkimizi mahvetmişti. O’nu asla affetmemem için bana bir sürü sebep verdi. Ben neden O’nun için üzülmeye devam edecektim? Bugüne kadar duygularımda hep dürüsttüm. Çabalamak için O’ndan gelecek bir hareketi beklemedim. İstediysem yaptım. O’nun için, ilişkimiz için çaba gösterdim. Bitecekti, biliyordum. Başından beri biliyordum. Çünkü O, benimle yetinecek biri değildi. Ben O’na sadece dünyayı gösterdim. Zamanı geldiğinde yuvadan uçacağını biliyordum. Sadece bu şekilde olacağını ummamıştım. Ben aldatılmayı hak edecek bir şey yapmadım. Bu kadar senelik beraberlikten sonra, en azından ilk kez bana dürüst olabilmesini isterdim. Benden sıkılmış olması, artık hayatında yeni birilerinin olması, içimi burksa da, hayat böyle. Yapacak bir şey yok. Nice bensiz senelere!

23 Ağustos 2009 Pazar

Bölüm 30 - Beynimdeki Patlama

Okuldan gelip, bir şeyler atıştırdıktan sonra facebook’ta takılmaktaydım. Chat kısmına fazla girmem aslında. Bu seferlik gireyim dedim. Çok ilginçtir ki bir süre sonra O’ndan mesaj geldi. Facebook chat kısmına asla girmezdi, bugün nasıl olduysa denk gelmiştik. Karşılıklı hal hatır sorulduktan sonra, beni oyuna çağırdı. O’nun sayesinde öğrendiğim ve bir zamanlar müptelası olduğum, birçok kez beraber oynadığımız, internet üzerinden oynanan bir oyun. Oynayamazdım tabi ki, ne yani arkadaşımız gibi oyuna girip oynayacak mıydım? Gelemeyeceğimi söyledim. O sırada “Seninkinin fotoğrafını göstersene.” dedi. Birkaç gün önceki mesajlaşmamızda O sorduğu için O’na Kağan’dan bahsetmiştim. “O benimki falan değil, sadece arkadaşız.” diye cevap verdim. “Fotoğrafını görmek istiyorsan msn’e gelmelisin, buradan gösteremem.” dedim.
Msn’e geldiğinde, Kağan’ın birkaç fotoğrafını gösterdim O’na. “Umarım san layık biridir.” dedi. Bu konuşmadan sonra, keşke yapmasaydım dediğim bir hareket yaptım ve O’na “Sende durumlar nasıl?” diye bir soru sordum. Geçiştirdi. “Bildiğin gibi.” dedi. Hayır, hiçbir şey bilmiyordum. Ayrıldığımızdan beri O’nun aşk hayatı hakkında hiç konuşmamıştık. Konuşmak da istemezdim aslında, ama içimdeki merak bu isteksizliğimin önüne geçmişti. O’nun hayatında birisinin olduğunu öğrenmek, beni tamamen değiştiriyordu. Deliriyordum, kontrol edemediğim bir şekilde hareket ediyordum, en önemlisi kendimden beklemediğim şeyleri yaparak kendimi daha fazla üzüyordum.
Kaçamak cevabından sonra üzerine gittim, “Neden söylemiyorsun?” dedim. Bu konu hakkında konuşmak istemediğini söyledi. Üsteledim ve en sonunda istediğim cevabı aldım. Keşke almasaydım dediğim cevabı. Beni baştan aşağı yıkan ve öğrendiğim andan itibaren aklımdan çıkartana kadar deli olduğum, aklıma geldiği zamanlarda sinirime hakim olamadığım cevabı. “Kim olduğunu biliyorsun.” dedi. O ana kadar düşünmediğim, ihtimal versem bile O’nun yaklaşımından ve söylediklerinden sonra “Belki de abartıyorum.” dediğim durum gerçek olmuştu. Sevgilisi Tarık’tı! Elim ayağım boşalmış, ne yapacağımı bilemeyeceğim bir durumdaydım. Göğsümün üzerindeki baskı, saniyeler geçtikçe artıyordu, kalbim yerinden çıkacakmışçasına, sert bir şekilde, sanki avuçlarım arasında sıkışıp kalmış gibi hızlıca çarpıyordu ve her çarpışı daha da acı verici oluyordu. Kafamda dolaşmakta olan bin bir düşünce, boşlukları dolduran birçok gerçek, yapbozun parçalarını tamamlıyordu. Aldatıldığımı fark ettiğim o an, içimdeki öfke doruk noktasındaydı. O an karşımda olsaydı, O’nu gözümü kırpmadan öldürebilirdim herhalde. Konuyu değiştirmeye çalışıyor, okulumu soruyordu. “O zaman sen beni aldattın?” dedim. “Hayır, bir aydır falan beraberiz.” diye cevap verdi. Ama daha biz beraberken bile dışarı çıkmaları, birbirlerinin evine gitmeleri, bütün bunlar şimdi anlam kazanıyordu. “Biz ayrılmadan önce de görüşüyordunuz, bu beni aldattığın anlamına geliyor.” dediğimde, “Evet, ocak ayında samimi olduk.” dedi. “Ayrıldığımızda hâlâ sana karşı bir şeyler hissediyordum, nasıl olacağını görmek istedim. “diye ekledi ve birden konuyu tekrar değiştirdi, ailesinden bahsetmeye başladı. “Bir dakika, ben artık seninle konuşmak istemiyorum ki.” dedim ve o an O’nu hem msn’den hem de facebook hesabımdan bir çırpıda siliverdim.
Vücudumun tüm noktalarına binlerce iğne batıyordu, hissettiğim acı, içimde yok olan dağlar gibiydi, dışarıda ise ellerim terliyor, nefesimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Bir yandan delirmiş gibi ağlıyor, bir yandan da bağırıyordum. O an yaşadığım yıkımı, daha önceden hiç yaşamamıştım. İlişkimiz boyunca birçok kötü olayla karşı karşıya gelmiştim ama sevgilim bana acıların en kötüsünü yaşatmadan durmamıştı. Bunca sene her şeyi paylaştığım sevgilim, nasıl oluyor da beni aldatabiliyordu? Ben O’na ne yapmıştım ki, bana bunu yapıyordu? Beni sevmediğini anladığı andan itibaren bunu bana söylese çok daha iyi olmaz mıydı?
Dolabımdaki çantamı açtım. İçerisinde bir sürü boş sigara paketi, tanıştığımızdan beri yaptığımız seyahatlere ait biletler, O’nun bana yazdığı birkaç parça yazı, kullandığı saç spreylerinin boş kutuları kısacası O’na ait anılarla dolu bir çantaydı bu. Biletler, elle tutulduğunda sözlük kalınlığındaydı. Sigara paketleri, üzerlerinde henüz öldüreceğine dair uyarıların bulunmayacağı kadar eskiydi. Yüz yüze görüştüğümüz ilk kez, bana aldığı sakızın paketi bile oradaydı. Gitmelilerdi. Sinirimden deliye dönmüş bir şekilde çantamın hepsini boşalttım. Bir yandan bağırıyor bir yandan da artık gereksiz olduğunu düşündüğüm bu nesneleri torbaya dolduruyordum. Hepsini doldurduktan sonra hızlıca evden çıktım ve torbayı çöp kutusuna attım. Eve döndüğümde yapmam gereken bir şey daha kalmıştı. Bilgisayarımda sakladığım, O’na ait tüm fotoğrafları, videoları, bir çırpıda yok ettim. Artık O’nunla ilgili bir şey duymak veya görmek istemiyordum.

18 Ağustos 2009 Salı

Bölüm 29 - Yepyeni Bir Bakış

Ameliyat günü yaklaştığında, abimle beraber Antalya’ya gittik. Hastanede işimiz biraz uzun sürdü, hatta bazı tahliller için başka bir şubeye yolladılar bizi. Ve o şube, O’nun evininin çok yakınındaydı. Dayanamadım ve “Bil bakalım şu anda neredeyim?” diye bir mesaj yazdım O’na. Bir süre sonra aradı. Ameliyat olacağımı önceden söylemiştim O’na ama şimdi ameliyata bu kadar yakın olmam O’nu da çok sevindirmişti, en azından bana söylediği buydu. O’nunla hep hayal ederdik bu günü, gözlerimin iyileşeceği, artık gözlük veya lens takmama gerek kalmayacağı günü. Ama O yanımda değildi.
O gün, internette tanışıp daha önce hiç görmediğim bir arkadaşım Sertuğ'la da görüştük. Akşam teyzemlere döndüğümde, ertesi günün heyecanı beni şimdiden sarmıştı. Öğlen olduğunda, yakın arkadaşım Bora ile buluştuk. Onunla da uzun zamandır görüşememiştik. Uzun uzun sohbet ettik, dertleştik. Bana O’nunla ilgili konularda en çok destek olan arkadaşlarımdan biriydi Bora ve benimle birlikte hastaneye gelecekti. Abimle buluştuktan sonra, ameliyata bir saat kala, bir alışveriş merkezine gittik. Bu alışveriş merkezi, O’nun beni hep götürdüğü, evlerinin yakınındaki alışveriş merkeziydi. Neyse ki O Antalya’da değildi. Eğer orada olsaydı, dayanamayıp evlerine bile giderdim belki de.
Ameliyat saatine dakikalar kala, içimdeki heyecan iyice artmıştı. Bora’nın orada olması, bana çok iyi bir moral olmuştu aslında. Derken ameliyata girdim ve çıktım. Zaten çok büyük bir operasyon değildi. İçeride yaşadıklarımı hiç unutamayacak olsam da, o an, etrafı artık başka bir şeye ihtiyacım olmadan görebilmenin ne kadar güzel olduğunu düşünmekteydim. Yol boyunca Bora ve abim bana yardımcı oldu. Maalesef Bora’yla ayrılma vaktimiz gelmişti. Vedalaştıktan sonra abimle beraber teyzemlere döndük. O gece zor vakitler geçiriyordum. Derken Kağan’ın mesajı geldi. Gözüm ışığa o kadar hassaslaşmıştı ki, gelen mesajı bile zar zor okuyabilmiştim. Cevap yazmam olanaksızdı, ben de en iyisi telefon edip durumumu bildireyim diye düşündüm. Kağanla ilk telefon konuşmamız bu şekilde gerçekleşmiş oldu.
Ameliyattan sonra hep O’ndan gelecek telefonu bekledim. Ertesi gün olmuş, neredeyse öğlen olacaktı. Beklediğim telefon nihayet geldi. Çok sıcak bir şekilde, geçmiş olsun dileklerini iletti bana. Mutluydu, bunu hissetmiştim. Keşke dedim içimden. Gerçi artık bunları düşünmek için çok geçti ama yine de o an yanımda olmasını hiç bu kadar çok istememiştim.
Antalya’daki işim bittikten sonra hemen İzmit’e geri döndüm. Bu günlerde Kağan’la olan sohbetimiz gitgide koyulaşmaktaydı. Okuldan geldiğim zamanlarda onunla telefonda konuşmak çok eğlenceliydi. Konuşkan biriydi bu yüzden onunla konuşurken hiç sıkılmıyordum. Birkaç hafta sonra çok sevdiğim iki arkadaşımın da doğum günü vardı üstelik aynı gün. Onlara pasta yapıp, eve çağırmayı düşünüyordum. Kağan’a bundan bahsettim, üstelik onunla yüz yüze tanışmak istediğimi de ekledim. “Eğer ayarlayabilirsem oraya gelebilirim.” dedi. Sevinmiştim. Ona karşı bir şeyler hissediyordum ve onunla tanışmak bu hislerimi bir sonraki aşamaya taşıyabilirdi. Bu heyecan, bu duygular, bunları tekrar yaşamak çok hoştu. Ancak Kağan’ın gelmesine sadece birkaç gün kala yaşadığım olay, bu görüşmenin üzerine bir kara bulut gibi çökecekti.

Bölüm 28 - Hayat Devam Ediyor

Bursa ziyaretim, farklı bir gün geçirmemi sağlamıştı. İyi de olmuştu aslında. Kabul etmesem de, zor zamanlar geçiriyordum. Üç buçuk senelik sevgilimle, bu sefer gerçekten ayrılmıştık. Eskiden yaşadıklarımız gibi bir ayrılık değildi bu, biliyordum. Onun davranışlarından, benim hissettiklerimden. Birkaç gün sonra mesaj attı. Sadece hatırımı sormak için. Mesajlaştığımız sırada “Benden neden bu kadar kolay vazgeçtin?” diye sordu. “Vazgeçmekten başka yapabileceğim bir şey olsaydı, emin ol onu yapardım.” diye cevap verdim.
Doğruydu, yapacak hiçbir şey yoktu. Geçen sefer sevgilisi varken bile yanına gidip, barışmak için yalvarmıştım. Bu sefer neden böyle bir şey yapmıyordum? Çünkü biliyordum, artık O bu ilişkinin devam etmesini istemiyordu. Eğer bilseydim, devam etmemizi istediğini gösteren en ufak bir işaret alsaydım, sonuna kadar gidecektim. Ancak artık bu bir sen-ben meselesi olmaktan çıkmıştı. Kendimi zaten yeterince yormuştum bunca sene. O’nun yanımda olmadığı her saniye içimden parçalar koparken, şimdi hayatımda bile yoktu. Bu acı dayanılamazdı. Her seferinde, boğazıma düğümlenen şeyleri bir çırpıda ortaya dökebilmek istiyordum. Ama konuşamıyordum.
Derken bir gün beni aradı. Aslında soğuk bir havada devam eden telefon görüşmemiz, bana yanlışlıkla “Aşkım.” demesiyle bir anlık da olsa ısındı. Alışkanlıktan dolayı böyle söylemiş olmalıydı. Ayrıldığımızdan beri, bu ilk arayışı değildi. “Bu zamana kadar hep ben aradım, bundan sonra sen arayana kadar bekleyeceğim.” dedi. Hiçbir ayrılığımızda benimle arasındaki bağını bıçak gibi kesememişti. Olması gereken de buydu tabi ama birbirimizi unutma sürecini zora sokan, uzamasına neden olan bir hareketti bu. Yaptığımız bu telefon konuşmaları sırasında O’na, O’nunla telefonda konuşmayı ne kadar özlediğimi, O’nu ne kadar çok görmek istediğimi söylemek isterdim. Yapamazdım. Bir şekilde yapmamam gerektiğini biliyordum. Beni geri isteyen biri zaten bunu gelip bana söylerdi değil mi? Kendimi boş yere umutlandırmanın bir anlamı yoktu artık. Bitmişti, bu gerçeği kabul etmekten başka yapılacak bir şey yoktu.
Hayat devam ediyordu, okulum da. Odaklanmam gereken sınavlarım vardı. Gönül meseleleri yüzünden okuluma gereken ilgiyi hiçbir zaman gösterememiştim. Okuldaki son dönemimdi ve ihtimallere yer yoktu. Okulum artık bitmeliydi. Bütün bu telaşımın arasında abim, yıllardır beklediğim göz ameliyatımı yaptıracağını söyledi. Sınavlarımdan sonra, Antalya’ya, hastaneye gidecektik. Randevular alındı, ayarlamalar yapıldı. Heyecanlı bekleyiş başlamıştı.
Bu günlerde, ayrılımızın üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçtikten sonra, yeni birileriyle tanışabileceğimi düşünmeye başlamıştım. Bu amaçla bir arkadaş bulma sitesinde profil açtım. Derken birkaç gün içinde, o günlerde tanıştığım kişilerden çok farklı birisiyle tanıştım. Adı Kağan’dı. Msn üzerinden uzun süren sohbetler yapıyorduk. Eğlenceli birisiydi, msne girdiğim zamanlarda onun da olmasını istiyordum hatta. Çünkü onunla konuşmak iyi geliyordu.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Bölüm 27 - Sıcak Anlar

Bir süre yürüyerek Bahadır’ın evinin olduğu sokağa geldik. Ailesi de orada yaşadığından, benim eve gelmemi istemedi. Evden eşyalarını alana kadar aşağıda bekledim. Daha sonra arabasına bindik ve o gece kalacağımız eve, arkadaşının evine geldik. Sıcakkanlı, güvenilir ve çok tatlı bir çocuktu Bahadır. Oturup konuşmaya başladığımızda, önceki görüşmemizden onun hakkında hatırımda kalanlar tekrar canlanmaya başlamıştı. Ama sanki birisini en baştan tanımaya çalışıyor gibiydim. Çünkü çok uzun zaman geçmişti. Sohbeti ve bakışları içimi kıpır kıpır yapmaya yetmişti.
Benden bile çekingendi, o yüzden ilk görüşmemizde de ilk hareketi benim yapmamı istemişti. Bu sefer de öyle oldu. “Biliyorsun, ben ilk hareketi yapamıyorum” dedi. Bu cümleden sonra sonunda ona dokunabilmiştim. O benim için yabancı biri değildi aslında. Bir şekilde, sanırım onu uzun süreden beri tanıdığım için, sanki yakın bir arkadaşımmış gibi hissediyordum. Birkaç dakika süren ateşli anlardan sonra, ikimiz de yorgun düşmüştük. Bugüne kadar tanıdığım erkeklerden çok farklıydı Bahadır. Onu çok daha yakından tanıyabilme fırsatım olsun isterdim. Sevgilim olsun isterdim.
Bugüne kadar Bahadır gibi, dış görünüşünden dolayı hoşlanabileceğim birçok erkekle karşılaştım. Ama Bahadır haricinde hiçbiriyle bu kadar ileri gidemedim hatta sadece beğenmekle kaldım. Sonuçta günlük hayatta beğendiğim erkeklerin yanına gidip de “Senden çok hoşlandım.” diyerek yakınlık kurmamız beklenemez ki. Belki de onlarda beni çeken şey ulaşılmaz olmalarıydı. Bahadır da bir nevi ulaşılmazdı benim için aslında. Sonuçta kızlardan da hoşlandığını söylüyordu, bir erkekle uzun süreli bir beraberlik yaşamak istemediğini söylüyordu. Bahadır’ın da aslında benim yaşam tarzım hakkında pek bir fikri yoktu. Sonuçta arkadaş çevresinde hiç gay olmayan biri, onların yaşam tarzını nasıl bilebilir ki? Yine de uç çizgilerde değildim, ona bunu anlatmaya çalıştım. Sohbetimiz ilerledikçe okulundan, görüşmediğimiz zamanlarda yaptıklarımızdan bahsettik.
Bir süre sonra, ikimizin de içindeki ateş tekrar devreye girmişti. Hep hayal ettiğim ve hiç unutamayacağım anları yaşıyordum sanki. "Bahadır, neden benim değilsin ki?” diye soruyordum içimden. “Karnın acıktı mı?” diye sordu. Olumlu cevap verdiğimde, hazırlanmamı söyledi. Dışarı çıkacaktık.
Çarşının içine geldiğimizde, şehrin, üç sene önce bıraktığım gibi olduğunu fark ettim. Aslında çarşının çoğu köşesinde bir anım vardı. Bahadır’la önce bir yerde oturup yemek yedik ardından da bir cafede oturup bir şeyler içtik. Eğlenceli, tekrar hatırlaması güzel, unutulmaz dakikalardı. Tekrar eve döndüğümüzde biraz bilgisayarda oyun oynadı Bahadır. Ben de onu izliyordum. Bu görüşmenin olacağını sadece birkaç gün öncesinden biliyor olmam, Bahadır’ın yanındayken bile, şaşkınlığımın devam etmesine neden olmuştu. Bahadır, ilk görüşmemizden sonra, belki de benim için bir saplantı haline gelmişti. O günden sonra onu bir daha göremeyeceğimi düşünüyordum hep.
Saat ilerlemişti, yatma vakti gelmişti. Ayrı ayrı yataklarda geceyi tamamladık. Sabah erkenden otobüsüm vardı. Uyanıp otogara gittiğimizde, aslında oradan hiç ayrılmak istemediğimi biliyordum. Ancak Bahadır’ın yapacak işleri vardı ve onu daha fazla meşgul etmek istemiyordum. Otobüse binmeden önce ona sıkı sıkı sarılmak isterdim aslında. Ama Bahadır bunu istemezdi. O yüzden sadece tokalaştık ve otobüse bindim. Taze yalnız kovboy, evine dönüyordu.