18 Temmuz 2009 Cumartesi

Bölüm 17 - Kayıp

2008 Şubatında, çok önemli olaylarla dolu Eskişehir ziyaretimden sonra İzmit'e döndüğümde yaşadığım günleri hiç unutamıyorum.

Otobüsten indiğimde, eve gidip dinlenmeye bile vaktim kalmamıştı. Harap düşmüş bir şekilde okula gittim, çünkü dersim vardı. Aklımda dolaşan binbir düşünce, bundan sonra hayatıma nasıl yön vereceğim hakkındaydı. Evet, O'nu bekleyeceğimi söylemiştim, bekleyecektim de. Başka kim yapardı bunu? Sevdiği insanın yeni sevgilisini bırakmasını beklemek, ikinci tercih olmayı kabul etmek gibi birşeydi. O'nun yaptığı da çok acımasız ve alçakçaydı aslında. Beni yedekte tutar gibi "Bir deneyeyim, sonucu beğenmezsem senle tekrar barışırız." tarzı konuşması ve daha önemlisi benim buna itibar etmem kabul edilemezdi. Ancak o zamanlar yapabilecek başka birşey yoktu. O'nu bırakamazdım, çünkü O'nun beni sevdiğinden emindim. Aslında önemli olan benim O'nu sevmem değil miydi? Ben sevgime hep güvenmiştim, gurur falan düşünmeden sonuna kadar gitmeye kararlıydım.
Birkaç gün içinde kendimi çok ama çok kötü hissederken bulmuştum. Bu belirsiz, günler, haftalar ve belki de aylar sürecek bekleyiş beni çok yıpratıyordu. Hiçbir arkadaşımla konuşamıyordum. Muzaffer'in bana Eskişehir'deyken verdiği "Lost" DVDl'eri kurtarıcım oldu diyebilirim. Önceden hiç izlemediğim için, izlenecek bir sürü bölüm vardı. Kafamdaki sesleri susturamıyorsan, bastıracaksın. Bu düşünceyle dizi izlemeye başladığımda, dizi sırasında zamanın su gibi aktığını ve kafamdaki saçma sapan düşüncelerin yerini "Acaba bir sonraki bölümde ne olacak?" tarzında sorulara bıraktığı günler başlamıştı. Neredeyse sabahtan geceye kadar aralıksız dizinin başındaydım. Arkadaşlarımın beni dışarıya çıkartma tekliflerini reddediyor, kimseyi görmek dahi istemiyordum. Bu şekilde tam üç gün geçirdim ve bu üç günün sonunda izleyebileceğim bölümler bitmişti.
Daha da zor günler başlıyordu benim için. Neredeyse bir ölüm kalım savaşı veriyordum kendi kendime. Günlerim bu şekilde geçmeye devam ederken, hiç beklenmedik bir şey oldu. O telefon etti. Öylesine aramıştı, hatırımı sormak için. Şaşırmıştım, bu bir işaret miydi? Galiba öyleydi, çünkü birkaç gün içinde tekrar aramıştı. Telefonu kapatırken "Öptüm." demesi, konuşmasındaki sıcaklık, benimle tekrar barışmak istediğini düşünmemi sağlıyordu. Derken bir konuşmamızda O'na bu durumu sordum. Neden ısrarla aradığını, kafasında ne olduğunu merak ettiğimi söyledim. Hayır, sevgilisinden ayrılmamıştı. O zaman neden bütün bu sıcak konuşmalar? Aramalar? Ben oyuncak değildim. "Ondan ayrılmadan beni bir daha arama." diyerek telefonu kapattım.
Bu ne çaresizlikti? Bu ne saplantıydı? Ben nasıl böyle birine dönüşmüştüm? Neden bütün bunlara katlanıyordum ki? Bilmiyordum. Körü körüne aşık olmak böyle birşey olsa gerek. Yapacak birşeyim yoktu. Bekleyecektim. Birkaç gün sonra ev telefonum çaldı. Arayan O'ydu. Birdenbire yaptığı itiraf ağzımı açık bırakmıştı. "Ben aslında seni seviyorum, ona karşı birşey hissetmiyorum ama onun da üzülmesini istemiyorum o yüzden ayrılmak istediğimi henüz söyleyemedim." demiş ve beni yine sinirlendirmeyi başarmıştı. Yenilmez gururuna rağmen beni sevdiğini sonunda bana itiraf edebilmesi büyük bir gelişmeydi belki ama hâlâ sevgilisinden ayrılmamış olması kabul edilemezdi. Benden bu durumu görmezden gelmemi mi istiyordu? Hayır, bu kadarını da yapamazdım. "Madem öyle, bundan sonra beni arama, artık seni beklemeyeceğim" dedim ve kapattım.
Bekleyemezdim, neydi bu bir oyun mu? Her geçen günün, her yaşanan olayın canımı ne kadar yaktığını bilmiyordu bence. O'nu çok seviyorken, bizi bu duruma düşürdüğü için O'na ne kadar kızdığımı bilmiyordu. En başından beri söylediğim gibi, ne gerek vardı üçüncü bir kişinin aramıza girmesine? Herşeyi kendi aramızda çözemez miydik? Çözümü yoksa zaten daha fazla üstelemeye de gerek olmazdı. Her ne kadar O'na beklemeyeceğimi söylemiş olsam da, bekleyecektim. Hiç gelmeyecek birini bekler gibi umutsuzca ancak küçük bir ihtimal de olsa arar diye umarak bekleyecektim.
Günler geçtikçe içimdeki zar zor yeşermeye çalışan umut, kurumaya yüz tutmuştu. Birkaç hafta içinde, artık bu bekleyişin bir sona ermesi kararına varmıştım kendimce. Bazı gecelerde O'na sarılarak uyuduğumu hayal etmeden, uykuya dalmam imkansız olmuştu. Neydi bu takıntının çözümü? Çözümü bendeydi aslında, ancak o zamanlar bunu göremeyecek kadar bağlıydı gözlerim.
Bir cumartesi sabahı, ev telefonumun çalışıyla uyandım. Arayan kargo şirketiydi. Bana bir paket geldiğini haber veriyorlardı. Kimdendi ki bu paket? İhtimaller arasında O'na çok az bir yer veriyordum, çünkü bu kadar zaman sonra ne alaka diyordum kendi kendime. Hemen hazırlanıp kargo şubesine gittim. Paketin üstündeki ismi okuduğumda, beni tekrar hareketli günlerin beklediğini sezmiştim. Çünkü paket O'ndan gelmişti. Bilgisayarım için bir DVD-rom yollamıştı, beklemiyordum. Ama daha da önemlisi, içinden çıkan küçük notta yazanlardı.

1 yorum: